Bilgelik Güneşi Derneği (BGD) ve İnsanlık Güneşi Vakfı (İGV) genel arşivinden ve
Bilgelik Okulu faaliyetlerinden olan ‘Bilincin Geleceği – Geleceğin Bilinci’ ve
‘Sonsuzluğun Ölçütü; İNSAN’ Atölyelerinden yararlanılmıştır.

Hayatı art arda meydana gelen olaylar şeklinde algılayan ve doğrusal düşünmeye eğilimli insan zihni için geçmiş, bugün ve gelecek birbirinden bağımsız gibi görünür. Zaman, hem bilimsel hem de felsefi olarak derinlemesine irdelenmeye müsait bir kavram. Felsefe tarihi boyunca zaman, “akış” veya “devinim” gibi kavramlarla beraber düşünülmüş; Antik Yunan’da Permanides ile başlayan ontoloji tartışmalarının bir kısmı zaman ve değişimi anlamak üzerine şekillenmiş.

Zaman üzerine düşünmeye başladığımızda ele almamız gereken ilk kavram “değişim” olmalıdır. İnsan için zaman, değişimi ölçerek tanımlanmaya başlandı diyebiliriz. Zaman, en temel tanımıyla “değişimin ölçü birimi” dir. İnsan çevresindeki değişimlerin özellikle kendisini tekrarlayanların farkına varınca, bunları takip etmeye ve anlam vermeye başladı. Güneşin doğuşu ve batışını, mevsimlerin değişmesini, ayın dünya etrafında dönüşünü ve benzeri doğa olaylarındaki tekrarlanan değişimleri ölçümleyerek insan, plan yapabilecek şekilde bir kabiliyet geliştirdi ve bu sayede hem hayatını kolaylaştırdı hem de konfor seviyesini artırdı. Özellikle tarımda mevsime göre hazırlık yapmak ve tedbir almak mümkün oldu. Zaman içinde gökyüzünü daha detaylı takip ederek, hassas takvim ve saat sistemleri geliştiren insan, eşzamanlı planlar yapabilmeye başladı. Böylece insan doğrusal olarak değişimi ölçtü, zamanı standartlaştırdı ve belirli bir referansa göre takvim ve saati ayarlar oldu.

Bilim insanları, zamanı maddenin yanında varoluşun temel bileşeni olarak tanımlıyorlar. Hatta, zaman ve maddeyi birbirinden ayırmanın mümkün olmadığını da belirtiyorlar (1) (2). Örneğin, yüzyılın başında önemli teorilere imza atan Einstein, özel görelilik kuramında, zamanın madde ile iç içe olduğunu ifade ediyor ve zaman ile maddenin başka bir ifade ile mekanın yani uzayın çok yakından ilişkili olduğunu, sanki bir madeni paranın iki yüzü gibi olduklarını ortaya koyuyor (3). Üstelik 1970’lerde yapılan deney ve gözlemlerle bu teorinin söyledikleri kanıtlanıyor (4). Gerçekten de daha hızlı hareket eden cisim için zamanın daha yavaş geçtiği bir deneyle ispatlandı. Yani, aslında maddenin davranışına göre zaman da farklı davranıyor. Bilimin bu konuda yaptığı tespitler bilim kurgu filmlerine de yansıdı ve yüksek hızla evrende çok uzaklara seyahat edenler hiç yaşlanmazken, geride bıraktıkları için uzun yılların geçtiği senaryolar sıkça kullanıldı. Bu anlayış çerçevesinde zaman ve mekan iç içe ve birbirinden bağımsız değil. Özetle hepimiz, birbirinden ayrılamayan uzay-zaman örgüsünden oluşan bir gerçekliği algılıyoruz.

Yirminci yüzyıl başında yaşama bakışımızı kökten değiştiren kuantum fiziğinin zaman ve uzay-zaman ile ilgili söyledikleri hakikaten yol gösterici. Kuantum mekaniği formülleri, gözlemleri ve hesaplamaları bilim insanlarını ilginç bir sonuca götürüyor: Diyorlar ki “olan biten ve olacak olan her şey” bir sonsuz olasılıklar bütünüdür ve bu olasılıklar uzay-zaman boyutu içinde “an’da” ortaya çıkarak izini bırakır (5). Bu yansımayı, yani an’da ortaya çıkışı deneyimleyen ve izlerini “tarih” ya da “geçmiş” adı vererek okuyan “insan bilinci”, kendi içinde bir uzay-zaman gerçekliği yaratıyor.

Ardarda yapılan izleme ile, geçmişten geleceğe doğru akan ve birbirini nedensellik ilkesine göre takip eden olaylar dizisi, zamanı çizgisel olarak algılamamıza sebep oluyor. Oysa, kuantum mekaniği hesaplamaları gösteriyor ki, geleceğin bugünle bağı, geçmişin bugünle bağı kadar etkili (6).

Prof.Dr. Haluk Berkmen, bu konuyu ifade ederken belli bir anda gerçekleşen bir olayın hem geçmişten hem de gelecekten etkilendiğini belirtiyor ve “geçmiş ve gelecek, potansiyel olarak şu anda karşımızda durmaktadır” diyerek anlamı derinleştiriyor (7). Bu bakış açısıyla hem geçmiş hem de gelecek bir potansiyel olarak şu anda karşımızda duruyor.

Zaman ve mekanın iç içeliği, geçmiş, bugün ve geleceğin bütünselliği konuları bilimsel yaklaşımların yanında çoğu kez felsefede, edebiyatta, sanatta, manevi akımlar ve öğretilerde de açığa çıkıyor.

Şekil 1

Örneğin, Einstein’dan 700 yıl önce bu topraklarda yaşamış bir Anadolu aşığı Yunus Emre, dizelerinde kendi gerçeğine ulaşmış varlığın, gönülde gizli gerçeği keşfettiğini, hem geçmişi hem de geleceği bizzat kendinde barındırdığını ifade eder (Şekil-1). Özellikle “Mülk bezeyip dünya düzen, Ol bahçevan heman benem” dizeleriyle, gerçekliği yaratan ve oluşturanın kendinden içeri kendiliği, diğer bir deyişle öz varlığı olduğunu söylüyor. Yunus Emre ve daha nice erenlerin yaptıkları içsel yolculuklar, hem bilinç hem zaman algısı ile ilgili ilham ve işaretler içeriyor.

Gelecek bilinci konusunda toparlayıcı bir kavrayış oluşturmak için bilinç tanımını da gözden geçirmek gerekiyor. Yaşam ve varoluş gibi insan da sonsuzdur. Bu sonsuzluk anlayışı ‘sonsuz potansiyellere’ alan açmaktadır. Bilinç, bu potansiyeli zaman-mekan gerçekliğine dönüştüren irade merkezidir. Bir anlamda bilinmezi bilinir kılan alandır.

Gelecek dediğimiz olgu bir zaman dilimi olmaktan çok şimdi, şu anda bilincin tetiklemesiyle şekil almaya başlayan bir uzay-zaman gerçekliğidir. Yani, bir anlamda, gelecek bizim inşa ettiğimiz, oluşturduğumuz bir gerçekliktir. Doğunun büyük ustası Lao Tzu, ‘Yapmaya giden yol, olmaktan geçer’ diyor. Deneyim, uyanış ve farkındalık yoluyla gelişen insanın içinde “olma” veya başka bir deyişle “olgunlaşma” sürecinin işlemesiyle birlikte yükselen bilinç, sorumluluk hissetmeye başlıyor. Bu da yapma sürecini getiriyor. Derneğimiz ve vakfımızın kurucusu Sayın Mualla Sevim Güven’in “İnsan geliştikçe gelecek de değişir” sözündeki gibi bilincin artması, yükselmesi sonsuz potansiyeldeki yüksek bilince dair olasılıkları harekete geçiriyor. Dolayısıyla, geleceği oluşturmak, “yüksek bilinçten hareketle sorumluluk alarak eylemek” olarak ifade buluyor. Bu farkındalık ve sorumluluk dinamiğine “bilincin geleceğini uyandırmak” diyebiliriz. Varoluşun topyekün daha iyiye ve hakikate yolculuğu olarak tanımlayabileceğimiz “bütünsel gelişim”, uyanma, büyüme, emek ve çabanın birlikteliği ile oluyor.

Geleceği yaratmak konusunu soyut zeminden çıkartıp hayattan örneklerle açıklamaya çalışalım..

Kimi tarihsel örneklerde bu yaratma süreci genel akışı ve varlığı çok fazla etkileyen sonuçlar doğurabiliyor. Bunun en güzel örneklerinden birini Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatında bulabiliyoruz (Şekil-2).

Şekil 2

Mustafa Kemal’in, 1908 yılında Selanik’teki bir gazinoda dostlarıyla birlikteyken aralarında geçen diyalog, zamanı ve mekanı aşan vizyon ve öngörünün ötesinde inanılmaz detaylı bir planlama, geleceği yaratma azmi ve iradeyi gözler önüne seriyor. Diyaloglarda geçtiği gibi tüm detaylarıyla birlikte ifade ettiği geleceğin gerçekleştiğini görüyoruz (8). Başka bir çarpıcı örneği ise Birinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesinden beş ay önce 1914 yılında, Mustafa Kemal’in yazdığı bir mektupta buluyoruz. Atatürk mektubun bir yerinde “Benim ihtiraslarım var, hem de pek büyükleri… Fakat bu ihtiraslar yüksek mevkiler işgal etmek veya büyük meblağlar elde etmek gibi adi emellerin tatminine dayanmaz. Ben bu ihtirasların gerçekleşmesini vatanıma büyük faydaları dokunacak, bana da hakkıyla yerine getirilmiş bir görevin canlı iç rahatlığını verecek büyük fikrin başarısında arıyorum.” diyor (9).

Bu ifadelerde dikkatimizi çeken Mustafa Kemal’in yıllar boyunca üzerinde çalıştığı, geliştirdiği “büyük fikir” ve bu fikrin başarısı için yapacaklarını bir görev olarak tanımlaması. Bu görevi hakkıyla yerine getirme kararlılığı. Yani, “yüksek bilincin” geleceği yaratma konusundaki sorumluluğunu göreve dönüştürmek.

Geleceği yaratmak farklı boyut ve ölçeklerde de olsa her an yaptığımız bir şey. Hayat adını verdiğimiz devinim, bu yaratma sürecinden başka birşey değil aslında. Sayın Mualla Sevim Güven hanımefendi “Bugünkü düşünce ve davranışlarımızla yarınlarımızı oluşturuyoruz.” diyerek düşünceden davranışa, yani yapmaya, eylem kültürüne işaret eden bir hatırlatma yapıyor.

Sn. Halil Özmen ve Sn. Levent Kenter, web sitesinde yayınlanan “Geleceği Bugüne Dönüştürmek” başlıklı makalelerinde, “Geleceği görmek insanlığın hayalidir. Sayısız düşünür, yazar, sanatçı bu hayalden etkilenmiştir. Ancak geleceği görmekten daha önemlisi günlük yaşamda geleceğin farkında olabilmek olsa gerek. Geleceği hayal etmekten çok, yaşadığımız an’da geleceğin varlığı için alan açmak, farkında olmak yeterli oluyor bazen.” diyerek, geleceğin varlığı için, geleceğin oluşması için alan açmak gibi bir boyut kazandırıyorlar yaklaşımımıza (10).

Gelecek Bilini Gelecek Yaratmak

Geleceği yaratma, geleceği bugüne dönüştürme konusunu iki eksenli bir grafikle görselleştirerek açıklamaya çalışalım (Şekil-3). Yatay eksende yaşam veya bir başka ifadeyle uzay-zaman gerçekliği var. Daha önce bahsettiğimiz üzere, zaman ve uzay girift, iç içe bir yapı ve evren veya yaşam dediğimiz olgu da bu girift yapı içinde anda açılan gerçeklikler bütünü. Uyanma, sürekli arınma ve özgürleşme süreçleriyle olma ve olgunlaşma yolunda ilerleyen, gelişen ve bilincini yükselten varlık olarak insanı, insan bilincini de dikey eksene yerleştirelim. Bu varlık, bilinç düzeyine nispetle, yani kabının genişliği ölçüsünde yaşam içinde, yani uzay-zaman örgüsünde vizyonunu oluşturur. Bilinç seviyesine göre varlık daha geniş ve derin, daha detaylı, net ve güçlü bir vizyon geliştirebilir. Bu vizyonun verdiği ilhamlar düşlere dönüşür. Düşleyen varlık, düşünceler üretir ve bu düşüncelerden üzerinde çalışılmış fikirler doğar. Fikirlerin uygulanabileceği projeler emek ve çaba sarf edilerek bugünde ve şu anda ürünler verir. Böylece yükselen bilinç, şimdi ve burada yaptıkları ve ürünleriyle geleceği bugünde yaratır.

Bilincini olgunlaştırıp, sezgiyle uyanarak bilgelik hedefine ilerleyen insan, aslında bilincin geleceğini oluşturmaktadır. Eşzamanlı olarak yapıp ettikleriyle ve ürünleriyle toplumsal gelişime şekil verirken, topluma liderlik ederek bugünü inşa etmektedir.

Gelecek bilinci ve geleceği yaratma konusunu, insanın sonsuz gelişim yolculuğu bağlamında irdeleyelim. Gelişim basamaklarında uyanma, arınma, özgürleşme ile olma sürecini deneyimleyen insan, farklı kavrayış, anlayış ve bilinç seviyelerine göre, yani bir başka ifade ile kabına uygun gelecek tasarılarını ilhamdan, düşten, proje ve ürünlere doğru eylem kültürü basamaklarıyla bugünün gerçeğine dönüştürür.

Mustafa Kemal Atatürk’ün hayatından bir örnekleme ile açıklamaya çalışalım. Henüz ilkokul çağlarındaki Mustafa, taze bilincini içinde uyandırmasıyla okuyacağı okulu, mesleği seçip çabalayarak büyümüş ve hedefine ulaşmıştır. Genç Mustafa bu aşamada Mustafa Kemal’e dönüşmüştür. İçindeki görev ve sorumluluk bilincini uyandırıp zaferden zafere koşmuş, memleketin geleceğini net bir vizyona oturtmuş, düşlediği ve büyük fikir olarak tanımladığı geleceği bugüne dönüştürerek bu toprakları özgür ve bağımsız kılmış, Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur. Bunu yaparken örneğin, Sakarya muharebesinin en hararetli anlarında daha cumhuriyet fikri kimse tarafından bilinmezken çadırında Türkiye Cumhuriyeti Anayasasını kaleme almıştır. Bu süreçte ‘Gazi Mustafa Kemal’e dönüşmüş ve yükselen yeni bilincini uyandırarak çağdaş medeniyetler seviyesine oturan modern bir Türkiye için devrimleri birer birer devreye almıştır. Nihayetinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk olgunluğuna erişmiş ve sonsuz ufka sahip bilinciyle yüzyılları, zamanı aşan ve ilelebet payidar olacak Türkiye Cumhuriyeti vizyonunu en parlak haliyle yeni nesillere devretmiştir. Bu süreç “yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle tüm dünyaya örnek oluşturan ve insanlığa ilham olan ürünlere dönüşmüştür.

Bu örnekte de gözlemlediğimiz gibi ancak, BİLİNCİN GELECEĞİNİ kendi içinde uyandıran, yani olgunlaşmış, yükselmiş bilinci kendisinde uyandıran, GELECEĞİN BİLİNCİ’ne hizmet edebilir, yani geleceği bugüne dönüştürebilir. Bir başka deyişle, geleceği bugüne dönüştürecek eylemi bugün, burada, şu anda hayata geçirir. Sadece “gerçek’ten” yani “kaynaktan” beslenen düşler iyi-doğru ve güzel olarak tanımlanan, evrensel değerlere uyumlu bir geleceğin eylemine dönüşebilir. İşte bu eylem gerçeğin an’da yansımasına alan açabilir. Bir anlamda bahsettiğimiz süreç özünde geleceği bugüne davet etmektir. Elbette bu davet, o geleceğin oluşumu için gerekli tüm şartları yapıp ettiklerimizle hazırlayarak, temin ederek olur. Uyanma, bilincin yükselmesi ve eylemle yaratma süreçleri birlikte işlediğinde yaşanan her türlü farkındalık ve her türlü emek ve çaba BÜTÜNSEL GELİŞİME hizmet eder. Özetle, gelecek bilinci ve geleceği yaratmak, içimizde uyandırdığımız farkındalığı, yani gelişmiş, yükselmiş bilinci, bütünlüğü içinde yaşayabileceğimiz bütünsel bir kültüre, yapıya ve sisteme dönüştürmekle ilgilidir (Şekil-4).

Bu süreçlerin sürekli, eşzamanlı ve dengeli işlemesi bilgelik ve toplumsal liderliği bir eden “aksiyoner bilgeyi”, bir başka adıyla “gerçek insanı” hem doğurur, hem de yoğurur. Böylece bu dengeli süreç bütünsel gelişimi sağlar. Tıpkı bir kuşun iki kanadını ahenk ve uyum içinde çırparak hedefine doğru uçuşu gibi bu olma, olgunlaşma ve yapma süreçleriyle gerçek insan sonsuz yolculuğunda ilerler. 

Murat ULU

Kaynakça:

Bilgelik Güneşi Derneği (BGD) ve İnsanlık Güneşi Vakfı (İGV) genel arşivinden ve Bilgelik Okulu faaliyetlerinden olan ‘Bilincin Geleceği – Geleceğin Bilinci’ ve ‘Sonsuzluğun Ölçütü; İNSAN’ Atölyelerinden yararlanılmıştır.

  1. Jackson, John D., 1999, Special Theory of Relativity, Classical Electrodynamics, Chapter 11: John Wiley & Sons, Inc., 808s.
  2. https://en.wikipedia.org/wiki/Time
  3. https://en.wikisource.org/wiki/On_the_Electrodynamics_of_Moving_Bodies_(1920_edition)
  4. https://en.wikipedia.org/wiki/Hafele%E2%80%93Keating_experiment
  5. Julian Barbour, 2020, The Janus Point: A New Theory of Time, Basic Books, 400s.
  6. Brian Greene, Until the End of Time: Mind, Matter, and Our Search for Meaning in an Evolving Universe, Random House Large Print, 752s. (https://www.youtube.com/watch?v=M22MEShcyx8)
  7. Haluk Berkmen, Prof.Dr., 2015, Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf, Aura Yayınları, 368s.
  8. Cemil S. Bozok, 1985, Hep Atatürk’ün Yanında, Çağdaş Yayınları, Istanbul.
  9. Melda Özverim, Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü. Bir Dostluğun Öyküsü, Milliyet Yayınları, İstanbul 1998, 166 s.
  10. https://www.insanlikgunesi.org.tr/gelecegi-bugune-donusturmeye-ne-dersiniz/
[/fusion_text][/fusion_builder_column][/fusion_builder_row][/fusion_builder_container]

Bir Yorum

  1. Emin EROL

    İnsan olmanın sorumluluğunu, geleceği oluşturmanın yolunu gösteren, somut örneklerle anlatan harika bir yazı. Tebrik ve teşekkür ediyorum

    “Gelecek dediğimiz olgu bir zaman dilimi olmaktan çok şimdi, şu anda bilincin tetiklemesiyle şekil almaya başlayan bir uzay-zaman gerçekliğidir.”
    “Dolayısıyla, geleceği oluşturmak, “yüksek bilinçten hareketle sorumluluk alarak eylemek” olarak ifade buluyor.”

Yorum yazabilirsiniz

Yazar hakkında: Murat Hüdavendigar ULU

Murat Hüdavendigar ULU
Mavi Gözlü Kızın Güneşli Rüyaları
Seni Kaldır Beni Kaldır…