Bir Anadolu Öğrenme Kahvesi Diyaloğu

Her ayın son Cumartesi günü gerçekleştirdiğimiz Anadolu Öğrenme Kahvesi toplantılarından birindeydik. O gün de sabahtan dostlarla buluşmuştuk. Tabaklarımıza doldurduğumuz kahvaltılıklar sıcak sohbetin yanında çoktan tükenmiş, tavşan kanı keyif çayları içiliyordu. Uykusunu alamadığından olsa gerek, arada bir esneyen Nedim açtı rüya konusunu;

“Hiç şöyle bir şey yaşadınız mı; yoğun geçen, yorucu bir günün sonunda, biraz da geç yatağa girip uykuya dalmışsın, sabah olunca, her zamanki saatte, ama bu sefer sanki daha yüksek sesle çalan alarmı susturup, biraz daha yatakta kalıp kalmamanın muhasebesini yaptıktan sonra, kendini zorlayarak yataktan kalkıyorsun. Ondan sonra her şey olağan akışında, alışılmış şekilde devam ediyor; banyoya gidiş, odaya dönüş, giyinme, aynayla sıcak bir sohbet, mutfağa geçiş, alelacele, kahvaltı niyetine iki lokma… Tam dışarı çıkayım derken, o da ne? Kapı açılmıyor! Zorluyorsun… Kapı kolu elinde kalıyor! Panik başlıyor, görüntü bulanıklaşıyor, gözlerin bir ağrı ile kapanıyor. Yere düşüyorsun. Ama yığılmak değil bu; yavaş yavaş ve bütün vücudunla, uçar gibi düşüyorsun. Gözlerini açmaya zorluyorsun. Vücudunda bir hafiflik ve sıcaklık… Gözlerini açtığında hala yatağındasın; elinde, susturduğun alarm…”

Dali’nin Saati

“Ben bunu bir kez yaşadım” diye devam etti Nedim, “bedenimin biraz daha uykuya mı ihtiyacı vardı, yoksa alarm çaldığında tam da güzel bir rüyanın ortasındaydım da, beynim o anda uykuyu sonlandırmak mı istemedi bilemem. Ama susturduğum alarm ile el eleyken yaşadıklarımın gerçekten hiç bir farkı yoktu. Banyodaki suyun tazelik veren serinliği, saçımı tararken fırçanın başıma sertçe sürtünmesi, mutfaktayken ağzıma attığım ekmeğin tadı (ama bir kokusu yoktu, çok garip), hatta pencerenin dışından gelen, (büyük olasılıkla gerçek) bir kuş sesi. ‘Matrix filminin benzeri bir rüya dünyasında mı yaşıyoruz acaba’ dedirten türden bir deneyim anlayacağınız…”

Sertap Erener ne diyordu “Rüya” şarkısında?
“…

Hadi yüreğim, ha gayret!
Hele sıkı dur, hele sabret.
Başını eğme dik tut;
Bu bir rüyaydı farz et.
Hadi, yüreğim ha gayret!
…” (1)

ha gayret !

Memet Ali gülümsedi; “Benim de benzer bir deneyim yaşamışlığım var, başlarda çok komik görünmüştü bu gözüme. Ama sonra, beni bana döndüren ve her şeyi derinden sorgulatan bir deneyime dönüştü. İlginçti, rüya desen rüyaydı, gerçek desen gerçekti aslında. Bu deneyim sonrası kendi kendime bazı sorular sormuştum ve hala aynı soruları soruyorum zaman zaman. Hani bazı sorular vardır, tüm cevaplarını alsalar bile soru niteliğini sürekli korurlar. Bu sorular da o cinstendi işte; gerçek mi rüya içindeydi yoksa rüya mı gerçeğin içinde? 13. Kat filmindeki (2) gibi bir boyutun rüyası diğer boyutun gerçeği miydi? Bir de ‘biz’ dediğimiz ‘kültürel varlık halinin ortak düşü’ rüyalar da var mıydı? Acaba esas mesele rüyanın ne olduğu değil de sonrasında sana nasıl sorular sordurduğu muydu yoksa?

Bu kadar soru’nun arasında kanımca net olan bir şey varsa o da İNSAN’ın rüyanın ve gerçeğin temas ‘noktasında’ ‘yer’ alabilmesi ve   düş’ün kapısını yeniden açabilmesidir herhalde.”

13. Kat Filmindeki Son Sahne

Berna başından beri dalgındı, birden bire sanki bir rüyadan uyanmışçasına başını kaldırdı ve; “rüya işi benden sorulur” dedi gülümseyerek. “Bugünlerde rüyalar yüzünden yorgun uyanıyorum, oradan buradan hatırladıklarım da var ama yeter canım, biraz da başkası görsün!” esneye esneye uzanıp orta sehpada kalan tabakları toparlamaya başladı ama tam uzanamadı. Hande tabakların toplanmasına yardım ederken “Bir destek ver diyorsun yani, yarısını sen gör yarısını ben”, “Neden olmasın, zaten görüp görüp birbirimize anlatıyoruz” gülüştüler. Nurcan, konacak yer bulunamayınca sandalye dibine bırakılmış iki büyük kahve fincanını aldı yerden, “Hayallerimiz ortak” dedi gülümseyerek, “rüyalarımız da ortak olsun”.

“Rüya deyince karışıyor işler,” dedi Berna “Gözünü seveyim Türkçe’nin, ne güzel bulmuş: düş. Birlikte düş göremeyebilirsin ama düş kurabilirsin”.

Gül ayakta yanlarındaydı, “insanın rüyalarını ya da düşlerini anlatacak arkadaşlarının olması güzel şey, şanslıyız” dedi ve toparlanan tabakları aldı, dördü el birliğiyle tabak bardak ne varsa topladılar mutfağa geçtiler.

Rüyalar üzerine konuşarak mutfakta sağı solu toplamaya devam ettiler: İnsan rüyadayken rüyada olduğunu nasıl anlıyormuş, o tür rüyalara ne deniyormuş, (Berna bir süre lusi rüya olduğunu iddia ettiyse de sonunda lusit’te karar kıldılar) ardından kendi berrak rüyalarından bahsettiler, arada iki gün sonraki etkinlik için ne yapacaklarını konuştular.

Öylesine bir Cumartesi sabahında dört kadın birer işin ucundan tutmuşken rüyalar, gerçekler ve aralarındaki bağ, günlük işler, planlar, uzun zamandır durup durup üzerine konuşulan Paris seyahati hayali, rüya görmenin insanı yorup yormayacağı, sağlıklı olup olmadığı “Ama görüyoruz işte ne yapalım canım” yorumları, birbirini tamamlayan rüyalar, her şeyin nasıl da pahalandığı üzerine sohbet ettiler. Öylesine…

Sonra Özlem bir şarkı mırıldanmaya başladı: “Rüya bütün çektiğimiz. Rüya nınım ??? rüya nınım???” Gülin tamamladı “Rüya bütün çektiğimiz, rüya kahrım rüya zindan” “Nasıl da yılları buldu, bir mısra boyu maceraaamm!”

Bilmezler nasıl aradık
Birbirimizi
Bilmezler nasıl sevdik
İki yitik hasret
İki parça caaaan! (3)

Kim bilir kimin, kim için yazıp bestelediği o şarkıyı mırıldanırken bir an için dört arkadaş sanki birbirinin içinden geçti: düşsel bir an.Tam o sırada Murat girdi kapıdan, “Oooo! Koro kurulmuş” dedi gülümseyerek, şarkı kimindi, değildi derken “Fikret Kızılok” dedi Murat “Ama daha iyisi var, sözleri Ahmet Arif yazmış.”

“Şarkı türkü derken çaktırmadan ortalığı da toplamışsınız ama ben kendime bir son tabak yapmadan edemedim arkadaşlar” diyerek camın kenarına ilişti Murat. Rüya konusu bir mistik tütsü kokusu gibi hem çekici hem de merak uyandırıcıydı. “Psikanalizin babası Freud 1900 yılında iki ciltlik bir kitap yayımlamış –Düşlerin Yorumu- adıyla. İddiası rüyalarda bilinçaltının ön plana çıkması. İşin ilginç tarafı Freud rüyaların bilinçaltı veya bilinçdışı planda bizi birbirimize bağladığını da söylüyor”. Nedim Murat’ı pür dikkat dinlemeye çalışırken tabağındaki erik marmelatının tadına bakmadığı için pişmanlık duydu. Sohbet tam da derinleşirken mutfağa gidip bir tabak daha hazırlamak cazip gelmedi. Murat devam etti “Tabi rüyalar manevi içsel yolculuklarda da çok önemli. Sufilerin seyru süluğunda rüyaların yol gösterici mesajları ve bu rüyalardaki sembollerin tıpkı Hansel ve Gratel’i yuvalarına geri götüren hem de kendi bıraktıkları kırıntılar gibi sufiyi özüne kavuşturmadaki rolü, rüyanın gerçeğe ulaşmadaki etkilerine örnekler bence.”

Tabağındaki kalan birkaç parçayı sona saklıyor gibiydi. Çayından bir küçük yudum hüpletip devam etti “Hem sufinin mürşidi de önemli kararlar öncesi istihareye yatıp rüyasında bir işaret beklemiyor mu ? Yani mistik kültürde de gerçeğin anahtarı rüya aslına bakarsanız. Rüya içinde rüya mesela, belki de en gerçek olan. Ne demiş Yahya Kemal,

Gitmiş kaybolmuşuz uzakta,
Rü’ya sona ermeden şafakta.
..
Gözlerden uzaklaşınca dünya,
Binbir geceden birinde güya,
Başlar rü’ya içinde rü’ya. (4)

Saydam Kanatlı Kelebek

Daha Murat şiiri bitirmeden pencereden içeriye büyükçe bir kelebek süzülüverdi. Sanki içerdeki sohbeti renklendirmek istemiş ve şiirli şarkılı sohbete katılmak için göç yolculuğuna ara vermişti. “İşte bakın!” dedi Murat heyecanla, “Yılmaz Erdoğan’ın filmi Kelebeğin Rüyası’nın (5) başrol oyuncusu da teşrif etti. Hem belki gerçekten de tüm hayat bir kelebeğin rüyasında geçiyordur”. Memet Ali bir kahkaha patlattı ve cep telefonuyla çay bardağının kenarına konan kelebeği fotoğraflamaya çalıştı.

Cengiz ve Erkan bir yandan kıkırdayarak gülerken “Murat abi bu yaşadığının rüya olmadığını nasıl ispat edebilirsin ki?” diye sordu. Murat dudaklarını büzdü ve gözlerini hafifçe kıstı. Arkasına yaslandı ve sanki bu soruyu zaten beklermiş gibi “Bu yaşadığım bir rüya ise, gerçekliğime uyandığımda hayatı güzelleştirmeme ilham olacak. Yok eğer uyanık isem ve böylesi güzelse zaten herşey, uykuya dalacağım ve rüyalarıma menba olacak bu hayat” dedi gülümseyerek.

Ortamdaki kısa sessizliği fırsat bilen Murat, Nedim’in adet üzere her ay buluşmalara getirdiği daha ağzına girerken dağılan çıtır katmerden bir parça koparıp, Gülin’in bahçe mahsülü mayhoş eriklerden yaptığı marmelatı sürdü ve yarım yamalak çiğneyip midesine indirirken alelacele tamamladı “Bu katmer ve marmelatın tarifsiz lezzeti gerçek olamayacak kadar güzel, arkadaşlar ilan ediyorum: bu bir rüya!”

Katmer ve Marmelat

Odayı saran kahkahalar taze demlenmiş çayların dumanı kadar sıcak sohbete yeni baharatlar ekleyecek gibiydi. Emin rüya ile gerçek arasında gidip gelirken bir derin nefes aldı ve Yeşilçam filmlerinde Emel Sayın’ın seslendirdiği o unutulmaz şarkıyı hatırlattı.(6)

Rüyalar gerçek olsa, seni her gün görürdüm,

O incecik beline sarılarak yürürdüm.

Sabah olmasın diye güneşi durdururdum,

Yanar dağlarda tüten ateşi söndürürdüm

“Rüyası gerçek olsa güneşi durdurabilecek, yanardağ ateşini söndürebilecek kadar büyük gücü insan daha neler için kullanır acaba?” diye sordu sonra kendisi cevapladı. “Belki de hayalinde tasarımladığı dünyayı gerçekleştirir. Aslında rüyalar; kurulan hayallere, insanın kendine, dünyaya, evrene ve daha nicelerine dair tasarımlarına ortam sağlamıyor mu? Bir nevi film seti gibi. Yap, olmadı boz, yeniden kur, yeniden tasarla. Rüya nasıl olsa, maliyeti yok” dedi. Kahkahalarla cezve için kahvaltı düzeninden toplantı tarafına geçerken bir yandan bazı zihinlerde rüyaların, Memet Ali’nin dillendirdiği “biz” dediğimiz “kültürel varlık halinin ortak düşü” için bir tasarım ortamı yaratıp yaratamayacağına, ya da Levent’in hayal ettiği rüyaları paylaşarak görme tartışmasına gidebilecek yol açıldı. “Yaşamla ötesi (bilinmezlik) arasındaki bir yerde kendini gösteren rüyaların tartışılabilecek ne çok yönü varmış” dedi Tülay.

Hazırladığı anket formlarının görüşüleceği cezve gündemine geçmeyi beklerken rüya konusunun rol çalması üzerine Halil “Gördüğümüz rüyaların gerçeğe dönüşmesi belki kaçınılmazdır” diye söze girdi.

“Belki de kişinin bilinç seviyesi yükseldikçe, gördüğü rüyanın gerçekleşme olasılığı artmaktadır” diye devam etti. “Ursula K. Le Guin’in Rüyanın Öte Yakası (7) romanının kahramanı, yine romandaki uzaylıların rüya konusunda dünyalılardan çok daha deneyimli olduğunu söyler ve şöyle devam eder:” deyip beğendiği için cep telefonuna kaydettiği bir pasajı okudu:

“Rüya görmekte – rüya görmenin neyin tezahürü olduğu konusunda. Bunu epeydir yapıyorlarmış. Hatta sanırım ezelden beri. Onlar rüya vaktinin varlıkları. Bunu anlamıyorum, sözcüklerle de ifade edemem. Her şey rüya görür. Şeklin, varlığın oyunları, maddenin rüya görmesidir. Kayalar kendi rüyalarını görür ve yeryüzü değişir… Ama zihin bilinçli hale geldiğinde, evrim ivme kazandığında, işte o zaman dikkatli olmanız gerekir. Dünyaya karşı özenli olmanız gerekir. Yolu yordamı öğrenmelisiniz. İşin püf noktalarını, sanatını, sınırlarını öğrenmelisiniz. Bilinçli bir zihin, bilerek ve özenle bütünün bir parçası olmalıdır tıpkı kayanın bilinçsiz olarak bütünün bir parçası olması gibi.”

Ağzına nefis kahvaltılıklardan bir-iki lokma atan Halil birkaç saniye aradan sonra “Kitaptaki bu cümleler içinde bana en anlamlı gelenler ‘kayalar kendi rüyalarını görür ve yeryüzü değişir’ ve ‘bilinçli zihnin bilerek ve özenle bütünün bir parçası olması gerekliliği’ fikri. Benim düşünceme göre rüyalar ne kadar soyut gözükse de, bu fikirler de aynı derece somut ve gerçek. Yani düşler bildiğimiz gerçekliği değiştiriyorlar. Bunun sonucu olarak, çok gelişmiş bir bilincin düş kurma konusunda çok dikkatli ve hassas olması gerekmeli. Yani ciddi bir sorumluluğu olmalı. Dünyada bu seviyede kaç kişi vardır bilemem, ama bir tanesinin Mustafa Kemal Atatürk olduğunu düşünüyorum. Atatürk’ün bazı düşleri vardı ve bunların çoğu gerçekleşti.”

Çayından bir yudum aldıktan sonra Halil şöyle açıklamaya çalıştı: “Biliyorsunuz İngilizcede hayal ile rüya aynı sözcükle ifade ediliyorlar: ‘dream’. Düş/rüya nerede başlayıp bitiyor, hayal nerede? Bazen hayallerle rüyaları ayırt etmek zor olabilir. Bu nedenle Atatürk’ün hayali yerine düşü deyimini kullandım. Biliyor musunuz dreamstoreality.com diye bir site var ve ‘sizlerin hayallerinizi gerçekleştirecek araç ve kaynakları sunmaya adandık’ diyorlar.” Sonra birden aklına gelen ilginç bir ters bakış açısını paylaştı: “Şimdi düşünüyorum da, düşler mi gerçeğe dönüşüyor, yoksa gerçekler mi düşe? Bilemiyorum. Belki bazı felsefi akımlardaki gibi bir illüzyonlar evreninde yaşıyoruz, bu yüzden ne gerçek ne rüya, veya dönüşüm hangi yönde oluyor bilemiyoruz. En azından ben bilmiyorum…”

Halil’in bir süre duraklaması üzerine Füsun söze karıştı:
“Filozofların çoğunluğu rüyalarla ilgilenmiş. Örneğin Carl Gustav Jung’ın da “Rüyalar” isimli bir kitabı var. Freud rüyaları daha çok bilinçaltı kaynaklı olarak tanımlarken, Jung rüyaların daha karmaşık bir yapıda ve özellikle “büyük rüyalar” olarak tanımladığı rüyaların kolektif bilinç dışı kaynaklı olduğunu ve içeriklerinin de arketiplerden (kollektif bilincin çekirdek yapılarından) oluştuğunu söyler.” (8)

“Berna’cım, hani ortak düş kurabiliriz diyoruz ya, bizim de içinde olduğumuz kolektif bilinç, rüyalarımız aracılığı ile bize yol gösteriyor, bizimle iletişime geçiyor, bize bilgi aktarıyorsa, biz de o kolektif bilinçle iletişim kurabiliyorsak, ortak rüya neden görmeyelim? Belki de o ortak rüyaları görüyoruz bile, bir kısmı bende, bir kısmı sende hatırlanıyordur? Dahası, biz de ortak düşlerimizle, bir aradayken düşüncelerimiz ve konuştuklarımızla, birlikte inanarak üzerinde çalıştıklarımızla kolektif bilince aktarımda bulunuyorsak, bunlarda başkalarının ortak rüyası haline geliyor olamaz mı?”

“Düş kurmak bir arayış nedeniyle olur. Bireysel kurduğumuz düşleri bir kenara bırakırsak ortak düşten bahsedeceksek, bizim ortak düşümüz ne?” diye sordu Füsun, “Barış mı?”

“Sevgi dolu bir dünya” dedi Gülin.

“Daha güzel bir dünya” diye ekledi Hatice.

“Gerçeğe dokunmak ve onunla bütünleşmek” diye yorum kattı Memet Ali.

“Belki de birlikte düş kurabilmek” dedi Tülay gülümseyerek.

“Bir kedinin rahatı ve keyfinde bir sıcacık yuvada birlikte olabilmek” dedi ve muzipçe güldü Berna.

“Umutları çoğaltmak” dedi Özlem.

“İçinde birkaç dize de şiir olsun, şiirsiz keyfi olmaz” diye ekledi Nedim.

“Burada neden birlikteyiz, birlikte olmaktan neden keyif alıyoruz çok açık değil mi? Biz ortak düşümüzü yaratmaya çalışıyoruz. Bu düş de bana göre ortak rüyamızda bizim tarafımızdan veya başkaları tarafından mutlaka görünür olur. Çünkü kolektif bilincimiz bununla ilgiliyse, o alana bu katkıyı yapıyorsak, o alandan da bu herkese yayılır diye düşünüyorum”

Mavi düş…

“Atatürk’ün kurduğu o büyük düş, başkalarının da rüyasında görünmüş ya da o düşü kuran birçok kişi olmalı, Kurtuluş Savaşı’na onca gönül verenin olabilmesi için, bunca devrimin başarılabilmesi için… Başka türlü olamazdı diye düşünüyorum…”

“Ben çok uzun rüyalar görürüm. Masal gibi.. Hiç bilgim olmayan bir konuyu rüyamda görüp öğrendiğim de olmuştur. Başıma gelecekleri önceden gördüğümde. Hatta zaman zaman gerçek hayatta hiç yeteneğim olmadığı halde rüyamda bir karikatür çizip, sonra ona kahkahalarla gülüp, kendi kahkahama uyandığım bile olur. :)”

Mavi Orman …

“Bundan 12 yıl önce bir rüyamda kavuştuğum ‘sevgilim’ bana her adımımı attığımda bana görünür olacak masmavi basamakları gösterip onları takip et demişti. Bence bu öylesi bir ortak bilinç rüyası ki, hepimiz aslında gerçekten o mavi yolda yürüyoruz. Ve işte birlikte kurduğumuz düş tam da bu. O dosdoğru yolu hiç bırakmadan hep mavi yolda yürüyebilmek. Hepimize ortak rüyalarda görünen de bin bir değişik yüzüyle bu yolculuk değil mi? Bak hem İbrahim Çekin şiirinde ne demiş benim rüyamda kavuştuğum sevgiliye dair:”

ya tabir edilir, rüya Aşk’a tabîdir.
Peki ya rüya olmasa, kim sevdiğine sarılabilir? (9)

“Bu iki satır hep ezberimdedir. Şimdi size, beni çok etkileyen bir rüya şiiri daha okuyacağım.” diye ekledi Füsun. Cep telefonundan artık kolaylıkla her yerde her şeye erişebilmenin rahatlığıyla şiiri buldu. “Necip Fazıl Kısakürek  bu şiiri yazarken, ‘Rüya’ diye adlandırdığı hayatın ondan çaldıklarına odaklanmış. Acaba aslında yaşamın tamamının, kendisinin de ortak olduğu rüyada yürüdüğü yol olabileceğini hiç düşünmüş müdür?”

Uzun bir uykudan kalkıp bir sabah,
Baktım ki, yepyeni odamda eşya.
Çocukluk evim bu değildi.. Eyvah!
Gördüğüm, değildi bildiğim dünya!

Ellerim bir kanat gibi titrekti,
Tutmasam, gözümden yaş inecekti;
Bir şey beni dürtüp aynaya çekti,
Ondaydı gecenin esrarı güya.

Sordum etrafıma, ne oldu, ne var?
Nedir suratımda bu çukur yollar?
Sanki yaşamaya güvenim kadar
Büyük bir şey çaldı benden o rüyâ… (10)

O gün aslında her zamanki toplantılardan biriydi yapılan. Ama toplantı kendi gündemini kendi yaratmış, takılmayı çok sevdikleri felsefe rüzgarıyla kendi felsefelerini oluşturmuş, içine şiirler, kahkalar ve lezzeti damakta kalan çayın yanındaki atıştırmalıklarla zamanın nasıl aktığını fark etmemişlerdi.

Mavi Yol …

Mavi yol yolcularına sorulsa acaba ortak rüyamıza onlar neler katardı kimbilir ?  

Anadolu Öğrenme Kahvesi
Diyalog Masası
Nedim Birol Yürüten,
Mehmet Ali Kaya,
Elif Berna Kutluata,
Murat Ulu,
Emin Erol,
Halil Özmen,
Füsun Yürüten.
Ankara, Temmuz 2019

Alıntılar:

  1. Erener, Sertap, “Rüya”, “Lâ’l”, Tempa & Foneks, 1994 (Söz ve Müzik: Sezen Aksu)
  2. Rusnak, Josef (Yönetmen), “On Üçüncü Kat”, Columbia Pictures, 1999 (Filmin kahramanı, bir simülasyonun içine girerek otuzlu yıllara döndüğünde, kendi yaşadığı doksanlı yılların, dolayısıyla kendisinin de aslında bir simülasyon olduğunu fark eder.)
  3. Kızılok, Fikret, “İki Parça Can”, “Zaman Zaman”, Yonca Müzik, 1983 (Şiir: Ahmet Arif)
  4. Beyatlı, Yahya Kemal, “Gece”, “Kendi Gök Kubbemiz”, MEB Yayınları, 1994
  5. Erdoğan, Yılmaz (Yönetmen), “Kelebeğin Rüyası”, Yapım: BKM, 2013.
  6. Sayın, Emel, “Rüyalar Gerçek Olsa”, Saner Plakları, 1972 (Söz ve Müzik: Hulki Saner)
  7. Le Guin, Ursula K., “The Lathe of Heaven” (“Rüyanın Öte Yakası”), avon Books, 1971 (Türkçesi 2011)
  8. Jung, Carl Gustav, “Rüyalar”, Pinhan Yayıncılık, 2015
  9. Çekin, İbrahim, “Misalî Rüya”, Antoloji.com, 2015, https://www.antoloji.com/misali-ruya-siiri/
  10. Kısakürek, Necip Fazıl, “Rüya”, “Çile-Bütün Şiirleri”, Büyük Doğu Yayınları, 2000

Anadolu Öğrenme Kahvesi – 40. Cezve