Makalenin seslendirmesini dinlemek için tıklayınız

KENDİNİ TANIMAYA VE ANLAMAYA ÇALIŞAN İNSAN

Kavramlar anlamların giriş kapısıdır. Kavramlar bir kabuktur. Kabuğu kırıp içeriğine inmek gerekir. “Basit bir tanımla kavram, bir şeyin taşıdığı anlam yüküdür. Düşünmenin, düşünmeyi biçimlendirmenin yapı taşlarıdır kavramlar. Bu yönden doğru, açık ve aydınlık düşünmenin ilk koşulu kavramları açık seçik öğrenmedir.”  

– Emin Özdemir

İnsan bir yandan Dünyayı (doğayı, nesneleri, ilişkileri, yasaları) tanımlamaya çalışırken diğer yandan kendini tanımaya, tanıdığı kadar anlamaya ve gerçekleştirmeye de çabalamaktadır. İnsanın kendini tanıma ve anlama süreci’nin başlarında, dünyayla, doğayla olan ilişkisindeki gibi kendini önce  beden olarak “tanımlayarak” işe başladığı söylenebilir. Tanımlama, tanımlananı nesneleştirir. Akıl, gözlem sürecidir, ölçmeyi, tartmayı, deneyi, kategorize etmeyi, somutlaştırmayı, kavramlaştırmayı içerir. Bilim (ilim) buradan doğmuştur. Sürecin ileri aşamalarında insan sadece bedenden ibaret olmadığını, bunun ötesinde bir anlamı olduğunu sorguladı. Bu sürecin doğal sonucu olarak tanımlamaktan “tanımaya” giden yolu da açmış oldu. Tanıma faaliyeti insanın kendisini “özne” konumunda görmesini sağladı. Bu yolculuğun gereği olarak düşünce (ya da tefekkür) ve gözlem yoluyla edindiği verileri yorumlamaya, sanat, felsefe, inanç ve ezoterik disiplinler oluşturmaya başladı. Tanımlarken oluşturduğu kavramların içerdiği ya da taşıdığı anlamları bulmaya/keşfetmeye yöneldi. Bir anlamda insan kendini var (ya da inşa) etmeye başladı. Kendi varlığının derinliğini, gerçeğini, kadim bilgilerin deyişiyle; “beşer”den  “insan”a giden yolu keşfetme, parçalı bilinçten bütünsel farkındalığa (bilgeliğe) olan yolculuğu da başlamış oldu.

“Gördüğüm, elle tutulur, ölçülebilir gerçek dünyanın dışında/ ötesinde/ üzerinde bir Hakikat var. Bütün bu yaşananlar boş yere var olamaz. Bir mânâsı, bir sebebi olmalı, birbirine aşık insanlar olduğuna göre “Aşk” olmalı, güzel şeyler var olduğuna göre güzellik de var olmalı…”

« Resim sanatındaki Hakikati borçluyum size ve söyleyeceğim »
diye yazmış ünlü̈ ressam Cézanne

Sanat, felsefe ve gittikçe artan etkisiyle bilim aracılığıyla görünenin ötesideki kendi anlamını, gerçeğini sorguladı. Kolay ve zahmetsiz bir yolculuk olmadı elbette, ancak insanın yazgısı özgürlüktür, kendini bulmak, bilmek, kendi “olmak”tır. Anlama çabası, anlamlandırmak insanı büyütür, ferahlatır, özgürleştirir, aslına dönüştürür. Elbette anlamaktan kasıt her tür bilginin zihne doldurulması demek değildir. İnsanın her yönüyle (madde-mana) kendi varlığını, varlık nedenini ve anlamını keşfetmesi, yaşaması ve değer haline getirmesi olarak düşünmek uygun olur. İnsan özgürleştikçe bilinç varlığı haline gelir. Bilinç varlığı olma aşamalarının her birinde de anlamlar değişir, dönüşür. Anlam derinliğine indikçe (ya da çıktıkça) muhatap artık sadece akıl değil kalptir. Bu aşamada aklın işlevi (başarabildiği ölçüde), sonraki yolculara iz, işaret bırakmak  anlamında “mânâ”yı sözcüklere sığdırma (kelam haline getirme) işini yapmaktır. Tapduk; “Yola akılla çıkılır, sonra akıldan çıkılır” derken bunu kastetmiş olsa gerek.

Anlam, sözlükte; “bir kelimeden, bir sözden, bir davranış veya olgudan anlaşılan şey, bunların hatırlattığı düşünce veya nesne, mânâ…” olarak tanımlanır. Her ne kadar sözlükler “anlam” ve “mânâ” sözcüklerini bir birine eş değer olarak kullansa da insanın kendi gerçeğini ya da kendisini de kapsayan “gerçeği” araması söz konusu olunca “anlam” ve “mânâ” farklı sonuçlar, yollar açar insan’ın içinde.

Yine sözlükler mânâ’yı; “İç, içyüz. Bir sözden veya bir şeyden anlaşılan. Lâfzın delâlet ettiği şey. Kastedilen şey, anlam, bir şeyin içyüzü” olarak tanımlar. (Yeri gelmişken “manevi” sözcüğü de buradan türer. “Manevi: Ar. 1. anlama ilişkin, 2. özellikle gizli ve derin anlama ilişkin” Bu anlamda mânâ, insan’ın özünde saklı olan ve bilinç tarafından keşfedilmeyi –bilinmeyi–  bekleyen “gerçek”tir demek yanlış olmaz. Sözü sadeleştirirsek; mânâ = gerçek, ve bu başka bir yazı konusudur.)

“Sözcükler yaşantılarımızı ve içsel güçlerimizi doldurduğumuz kaplardır. Ama yaşantılar kısa bir süre sonra kabı aşıp dışarı taşarlar. Sözcükler en çok, bu yaşanmış süreçlere doğru yönelmemizi sağlarlar ya da o yöne işaret ederler, ancak hiçbir zaman canlı içsel süreçlerle özdeş değildir.”
– E. Fromm (Sahip Olmak ya da Olmak)

Sözcükler anlamın taşıyıcı parçalarıdır. Diğer sözcüklerle oluşturdukları bağ ile “kavramların” dilini doğururlar. Kavramlar gerçeğin, başka bir deyişle “mânâ”nın insan zihninde anlaşılmasına, anlamlandırılmasına hizmet ederler.

Kelimenin ya da kavramın “akılda” ilk uyandırdığı anlamın ötesinde, insanın “gönlünde” uyandırdığı, kolayca, hemen kendini göstermeyen, bir düşünsel faaliyetin sonunda, emekle, çabayla ulaşılan anlamdan söz etmek gerekir. Ki kalıcı olan belki de gerçeğe en yakın anlam da bu olabilir.

Elbette sözünü ettiğimiz şey “yan anlamlar” ya da “mecaz anlamlar” değildir. Daha çok anlamaya yönelik derin düşünme (tefekkür) faaliyeti sonucunda İnsan varlığının doğası hakkında derin bir iç görü sunan “farkındalık” olarak kabul etmek uygun düşer.

Ama yine de bilinmelidir ki; “mânâ” içeride, “söz” dışarıdadır. Söz sınırlı, sonlu, mânâ sınırsız, sonsuzdur. Söz; bilme ve “idrak”in yolunu gösterir, mânâ; bilgeliğin mayasını verir.

Levent KENTER

– Devam edecek  –

SESLENDİRME:
Yazar: Levent KENTER – 06 Şubat 2019
Seslendiren: Soydan Cahit POLAT
Fon Müziği: Piano Soft Music & Guitar Music by Soothing Relaxation (anonim)