Son dönemde yaşananları değerlendirdiğimizde dünyanın ve insanlığın en çok ihtiyacı olan şeyin barış olduğunu söyleyebiliriz. Barış, dünyada çokça sözü edilen, hep aranan, özlenen, yaşanmak istenen evrensel bir değerdir. İnsanlık olarak henüz barışın tam anlamıyla yaşandığı bir noktaya gelemediğimiz açık olsa da kuşkusuz buna dair umut daima mevcuttur.

Peki barış nedir? Nasıl yaşanır?

Barışı ve nasıl yaşanacağını anlamak, anlamlandırmak şüphesiz ki bir makalenin sınırlarını aşmaktadır. Bu nedenle bu makale, barışı anlama çabasına dair bir deneme olarak kabul edilmelidir.

Barış hem bireysel hem de toplumsal yönleri olması nedeniyle farklı şekillerde tanımlanmıştır. Bazı kaynaklarda “savaşın karşıtı” olarak açıklanmaya çalışılsa da bu tanım barışı tanımlamak için yeterli değildir.

Erich Fromm, barışı;

Bütün insanların ruhsal açıdan tam olarak gelişmesi, uyumlu bir dayanışma içinde olması hem kendi aralarında hem de tabiatla kardeşçe ve uyum içinde yaşamaları” [1] ve

“‘İnsanlığın korku duymadan, büyük bir sevgi içinde yaşaması, akıl gücünü tam anlamıyla kullanması, böylece insanlığın en ileri gelişmişlik düzeyine ulaşması, tüm devletlerin, insanların iş birliğini sağlayan dinamik bir hareket”[2] olarak tanımlamakta, barışın hem bireysel hem de toplumsal yönünü vurgulamaktadır.

Başka tanımlarda barış;
Çatışmaya ve farklılıklara hoşgörü ve esneklikle tepki verme süreci” ve “Her bireyin diğer tüm bireylerin haklarını tam olarak kazanması için üzerine düşen tüm sorumluluğu yerine getirmesiyle sağlanan bir durum” olarak tanımlanmış ve barışın sağlanması için bireylere düşen sorumluluğun niteliği tarif edilmiştir.[3]

Prof. Dr. Ali Akar ise, barış kelimesinin kökenini ve anlamını şöyle ifade etmektedir:
Barış kelimesi eski Türkçede ‘varmak, gitmek, ulaşmak’ anlamlarına gelen bar- fiilinden türemiş bir sözdür. Bar- fiilinden -ış yapım ekiyle yapılan bu kelime, ‘iki veya daha fazla kişinin karşılıklı olarak birbirlerine varmaları, birbiriyle anlaşmaları, halleşmeleri’ anlamında kullanılmış ve buradan kalıplaşarak oluşmuş bir kavramdır.”[4]

‘Slm- ‘kökünden türeyen ‘selam, İslam, teslim’ sözcükleri etimolojik olarak ‘barış ve esenlik’ anlamına gelir.[5] Selamlaşma bir anlamda ‘barış seninle olsun’ demektir ve insanın karşısındakine olan güveninin bir ifadesidir.[6]

Bilgelik Güneşi Derneği ve İnsanlık Güneşi Vakfı olarak yaptığımız kurumsal kimlik çalışmaları sonucunda belirlediğimiz ortak değerlerimizden biri olan barışı, biz de şöyle tanımlıyoruz:[7]

Barış, insanın kendi içindeki uyum, denge ve dinginliği yaşamasıdır.

  • Çeşitlilikleri kapsar.
  • Sevgi, saygı, hoşgörünün toplumlara yansımasıdır.
  • Huzurlu ve verimli olmak barışın çocuklarıdır.
  • Güveni temel alır.
  • Evrensel değerlerin yaşanabilir olma halidir.

Barış, kendisi evrensel bir değer olduğu gibi tüm evrensel değerlerin birlikte yaşanabilir olduğu durumun adıdır. Değerlerin birlikte yeşerebildiği toprak gibidir adeta. Değerler yaşandıkça barışın ortaya çıkması gibi, barış ortamı oluştukça da değerler yaşanır hale gelir.

İnsan belirli bir bilinç düzeyine değince, ulaşınca değerleri duymaya başlar.[8] Evrensel bir değer olarak barış da insan bilinci belli bir aşamaya geldiğinde yaşanabilir. Barış, ‘insan bilincinin gelişmişlik düzeyinin göstergelerinden biridir’ diyebiliriz. Bir insan ya da toplum bilinç olarak ne kadar gelişmişse barışı o düzeyde yaşar.

Bu tanımlamalar insanı derin düşünmeye sevk eder ve çeşitli sorular doğurur:

Bu bilinç düzeyine erişene kadar neler yapılabilir?
Barış nerede başlar?
Sorumlusu kimdir, kimlerdir?

Çok ince düşünce bağları yüzünden, dünyanın bir ucundaki bir insan kendi düşüncesinde bıraktığı bir boşlukla, bir anlık boş vermişlikle dünyanın öbür ucunda savaşa hazırlananların savaşa bir adım daha yaklaşmalarına neden olabilir. Özellikle bilinç olarak gelişmiş olanlar başta olmak üzere tüm düşünce sahipleri dünyanın durumundan sorumludur. Çünkü dünyada yaşayan varlıklar bir bütündür ve herkes, her şey o bütünden etkilenir. [9]

Barış hem bireysel hem de toplumsal olmak üzere iki yönlüdür. Bireysel ve toplumsal yönler hem kendini hem de bir diğerini besler. Barışın oluşması için ilk aşama, bireysel barıştır diyebiliriz.  Çünkü, kendisi barış içinde yaşamayan bir bireyin toplumsal barışın oluşmasına destek olmasını bekleyemeyiz. Üstelik kişinin kendi dışında bir başkasını değiştirebilme imkânı bulunmadığını da göz ardı edemeyiz. Dolayısıyla, dış dünyada bir barış ortamı göremiyorsak ilk bakacağımız yer kendi iç dünyamızdır.

BİREYSEL BARIŞ:

Barışa giden yol insanın içinden başlar. Birey olarak kendi içimizde barışı yaşadığımızda, bulunduğumuz çevrede, toplumda, dünyada da barışın yaşanmasına destek oluruz. Bu bağlamda kendi içinde çatışmalarla dolu olan, barışı yaşayamayan bir kişinin barışın sağlanmasına destek olması mümkün olmaz. itibarıyla içsel barışı yaşadığımız oranda barışa hizmet edebiliriz.

“İçsel barış, gerçek barışa giden yolun ilk adımıdır, içsel barış kişinin kendisiyle barış içinde olmasıdır.” Mualla Sevim Güven [10]

Temel düzeyde bakarsak, hayata, deneyimlerimize yüklediğimiz anlamların, hikayelerimizin, duygu ve düşüncelerimizin iç dünyamızdaki etkilerinden kaynaklanan huzursuzluk hali içimizde bir çatışma başlatıyor olabilir mi? 

Barış, hayatın içinde anlaşmazlıkların, çatışmaların olmaması demek değildir.  Bunlardan kaçınmak, yüzleşmeden üstünü örtmek, engellemeye çalışmak da barışa hizmet etmeyecektir. Zorlu, sıkıntılı durumlarda, anlaşmazlıklarda önce kendi içimize yönelerek bu durumların içimizde yarattığı etkileri fark etmek, onlardan bağımsızlaşarak özgürleşebilmek gerekir. Sonrasında bu dinginlik alanından kaynaklanan eylemlerde bulunabilirsek barışı oluşturmak için ilk adımı atmış oluruz.

Şu soruları zaman zaman kendimize sormak barışı oluşturma sürecinde bize yardımcı olabilir:

Günlük hayattaki zorluklar, sıkıntılı durumlar içimde nasıl bir etki yaratıyor?
Duygularımla, düşüncelerimle, davranış ve eylemlerimle dünyaya neler katıyorum?
Çevremde ne olursa olsun, içimde ne üretiyorum?
İçimdeki alanı devamlı temiz tutabiliyor muyum?
Bunlarla ilgili sorumluluğumun ne kadar farkındayım?
Eylemlerimin kaynağı ne?
Bunları anlayabilmek için kendimi ne kadar dinleyebiliyorum?

İnsanın öncelikle kendini dinlemeyi öğrenmesi çok değerlidir. Kendimizi dinledikçe, yaşadıklarımıza, kendimize dair yargılarımızı, yorumlarımızı fark etmeye başlarız. Bunları çözümledikçe ve kendi bütünlüğümüze kattıkça içsel barış halini yaşamaya başlarız. Böylece, çevremizi, ‘başkaları’ dediklerimizi de duymaya, onları da dinlemeye başlarız. Çünkü, ancak kendini dinleyebilenler başkalarını da dinleyebilirler.

Bilincimiz yükseldikçe ve olgunlaştıkça kendimizi de başkalarını da tüm varlığımızla dinleyebilir hale geliriz. İnsan kendini gerçekten dinlemeyi öğrendiği zaman, içinde huzursuzluğa yol açan çatışma alanlarını, direnç noktalarını fark etmeye başlar. Bu yolda her engelin, her direnç noktasının çok değerli olduğunu fark etmek de önemlidir. Çünkü bunlar bizim içimizde yarattığımız ya da bize giydirilen; kalıplarımızı, sınırlarımızı, olmazlarımızı, bireysel veya toplumsal değer yargılarımızı gösteren birer gösterge olabilir. Kendimizi gerçekten dinlemek ve bu göstergeleri fark etmekle bilinçli farkındalığın ilk aşamasını başlatmış oluruz.

“Siz bilinçdışınızı bilince dönüştürene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz.” Carl Gustav Jung

Yaşam içinde her deneyim bize bir şey anlatır, öğretir. Ama biz sınırlı algımız ve anlayışımız nedeniyle her zaman onun ne anlattığını anlamayabiliriz. Fark edemediklerimizin, anlayamadıklarımızın etkilerini yaşar, tüm yaşamı buna göre yargılar, hatta yaratırız.

“Sınırlı görüş ve anlayışa sahip olan insanlar çatışma ve savaşlara sebep olurlar.” Mualla Sevim Güven [11]

Yaşadıklarımızın bize ne anlattığını ve öğrettiğini anlayabilmek ve içsel barışı yaşayabilmek için, bilinçli farkındalığı hayatımıza dahil etmeliyiz. Bilinçli farkındalığı üç katmanda ele alabiliriz: Farkındalık, kabul ve şefkat. [12]

Farkındalık, duygu ve düşüncelerimize dikkatimizi vererek samimiyetle, yargıdan ve yorumdan bağımsız olarak gözlemleyebilmek ve yaşadığımız deneyimin farkında olmaktır. Farkındalık iç alanımızda barışa engel olan, huzursuzluk yaratan durumları görebilmemizi sağlar. Bunun için şu soruları sormak işe yarayabilir:

Yaşadığımız deneyimle ilgili düşüncelerimiz, duygularımız neler?
Yaptığımız şeylerle ilişkimiz nasıl?
Tüm boyutlarımızla barış halinde miyiz? Bedensel, duygusal, düşünsel, ruhsal boyutlarımızın, tüm varlığımızın farkında mıyız?

Farkındalıkla birlikte yeni bir aşamaya geçeriz: Kabul. Bazen yaşadığımız deneyimi, duygularımızı kabul edemediğimizi görebiliriz. Bu durumda kabule niyet edebiliriz.

Kabul, içimizde ve etrafımızda olanı olduğu gibi net olarakık, samimi ve sevecen bir kalple kucaklamaktır. Kendini tüm boyutlarıyla ve yaşadıklarını olumlu, olumsuz demeden her haliyle kapsamaktır. Olanla savaşmayı bırakmak, izin vermektir. Kabul, düşüncelerimizi, duygularımızı oldukları gibi deneyimlemek için yaptığımız bilinçli bir seçimdir. Kabul eylemsizlik demek değildir. Olanın, durumun farkına varabilmek ve onunla kalabilmektir.

Olana karşı mücadele ettiğimizde barış değil, çatışma yaratırız. “Olana evet diyebilmek” (teslim olmak) rahatlamamıza izin verir.  Sonrasında ise, o ruh hali ile ortaya çıkan eylemlerimiz tepkisel boyuttan doğmaz; cevap olarak ortaya çıkar. Kabulç alanımızda barışa engel olan, huzursuzluk yaratan durumları çözümleyerek bütünlüğümüze katabilmemizi kolaylaştırır.

Şefkat ve kabul birbirini tamamlar. Şefkat, kendimizi ve çevremizi iyi halimizle, kötü halimizle, olduğumuz gibi bir bütün olarak sevebilmektir. Kalbimizi açarak kabul, sevgi, özen ve nezaketi koşulsuzca verebilmektir. Ayırmadan, yargılamadan her halimizle dost olmak, iç barışımızı sağlamanın en önemli yoludur.

“En derin şefkat duygusu hiçbir değişiklik istemez,  ama her şeyi değiştirir.” Adyashanti

Şefkat, içimizde fark ettiğimiz barışa engel olan, huzursuzluk yaratan durumları kapsayarak aşmamıza destek olur.

Farkındalık-kabul-şefkat döngüsü insan kendini tanıdıkça, deneyim yaşadıkça devam eden bir süreçtir. Bunu yapabildiğimiz kadar her halimizle, her boyutumuzla barışır; kendi bütünlüğümüze katar, içimizde barışı yaşarız.

Barışı yaşadığımız her eşikte, yeni bir bilinç alanıyla- yeni bir benle- tanışma imkânımız ortaya çıkar. ‘Bir başkası’ dediğimizi görmeye, anlamaya başlarız.  Ancak bu aşamada ‘başkası’ diye tanımladığımız her bir varlığın da aslında bizim gibi bütünün parçası olduğunu, zorluklar, deneyimler yaşadığını, fark etmeye başlarız. İçsel alanda yaşadığımız barış hali dışarıya yansımaya başlar.

Bilinçli farkındalık içsel barışın yaşanabilmesi için en önemli anahtardır. Bunu yapabildiğimizde yaşadıklarımızı, deneyimlerimizi, duygu ve düşüncelerimizi, tüm yaşamı içsel ilerleyişimizin yakıtı olarak kullanabiliriz.

Olumlu-olumsuz demeden, yargılamadan tüm yönlerimizle kendimizi kapsayabilir; kendimizi sınırladığımız tüm kalıpların farkına varabilir, bunlardan bağımsızlaşarak özgürleşebiliriz. Böylece hem bilincimizi yükseltir hem de içsel dinginliğimizi sağlayarak barışın yaşanmasına destek olabiliriz.

Farkındalığımızı yükseltsek de bazen bulunduğumuz şartlara bağlı olarak yaptığımız değerlendirmeler ve bunların sonucunda ortaya çıkan eylemlerimiz çatışmaya yol açabilir. Bu nedenle mümkün olduğunca hem kendimiz hem de karşımızdaki için hata payı bırakabilmek, açıklığı ve esnekliği yaşayabilmek önemlidir.

Kendi merkezimizde olmak, tüm boyutlarımızla hizalanabilmek dengede kalmamızı, kendimizi ve yaşadıklarımızı görmemizi sağlar, bu da bizi içsel barışa götüren yollardan biridir. Olumlu-olumsuz, iyi-kötü, doğru-yanlış ikilemleri bilincimizin belli bir aşamaya kadar yükselebilmesi için gerekli olabilir. Ancak bunların etkisinde kalarak devamlı iyi, doğru ve pozitif yönleri beslemeye çalışmak bütün içinde dengeyi korumak adına kötü, yanlış ve negatifin artmasına neden olabilir. Oysa nötr kalabildiğimizde bu ikilemlerin ötesine geçebildiğimizde bütünsellik ve kapsayıcılık ortaya çıkar. Böylece barışın yaşanması kolaylaşır.

İçte barışı yaşayamıyorsak, dışarıda “neden savaş var?” diyemeyiz. Öncelikle içsel alanımızın temiz tutulmasından sorumluyuz. Eylemlerimizin kaynağı içteki dinginlik halinden mi, yoksa huzursuzluktan mı kaynaklanıyor? Bunu fark etmek ve içsel dinginliğimizi korumaya dair sorumluluğumuzu almak durumundayız. İçsel halimizin sorumluluğunu aldıkçaaşamın da sorumluluğunu almaya başlarız.

Bu aşamaları yaşadıkça ve davranışa, eyleme geçirdikçe içsel barış halini yaşayabiliriz. Bu durumda öz varlığımızla bir arada oluruz. Çabasızca barışa hizmet ederiz. Dinlemek, bilinçli farkındalık, açıklık esneklik, merkezde-nötr almak, sorumluluk almak ayrı aşamalar gibi görünse de hepsi iç içe ve birbiriyle bağlantılıdır. Herkesin bunları yaşama biçimi de farklı olabilir. Ancak, hepsini birbirine bağlayan asıl unsur yine evrensel bir değer olan bütünlük bilincidir. Tüm bu aşamalar, her şeyin, her varlığın bütünün parçası olduğu anlayışına, yaklaşımına hizmet etmiyorsa barışa da hizmet etmiyor diyebiliriz.

İçsel barışı yaşayan insanın davranış biçimi, yaklaşımları nasıl olabilir?

  • Her koşulda çözüm bulmaya veya çözüme destek vermeye,
  • İnsanlarla ilişkilerinde uyumlu ve esnek davranmaya,
  • Yaşadığı deneyimlerde bütünsel çözümler üretmeye,
  • Her koşulda dinginliği ve iç barışını korumaya,
  • Düşünce, söz ve davranışlarıyla bütüne karşı sorumluluk taşıdığını fark etmeye,
  • Sözleriyle ve davranışlarıyla barışı desteklemeye,
  • Uzlaşma kültürünü geliştirmeye gayret eder ve bunların toplumsal barışa da hizmet ettiğini fark eder.

Bu davranış örnekleri çoğaltmak elbette mümkündür. Bununla birlikte, şunlarıtırlamakta fayda vardır: Bu örnekler her bilinç düzeyi için farklı farklı olabilir. Ayrıca, bu örnekleri başkalarını değerlendirmek için değil; kendimizi fark edebilmek, içsel ilerleyişimizi görebilmek için kullanmamız daha uygundur.

TOPLUMSAL BARIŞ:

Barış insanın kendisiyle barışmasıyla, içsel barışı yaşamasıyla başlar, demiştik. Bireysel barış başlangıçtır.  Bir toplumda içsel barışı yaşayan insanların belli bir orana ulaşması toplumsal barışın ortaya çıkmasını kolaylaştırır. Barışı yaşamak için nasıl ki insanların birey olarak kendi içinde tüm yönleriyle barışması ve bütünlenmesi gerekiyor ise, toplumların da kendi anlayışlarına, kültürlerine, sistemlerine dair yenilenmemiş, kalıplaşmış anlayışları, olmazları ve sınırları fark etmesi, bunlarla barışarak aşması, daha yüksek bir bilinç düzeyine ulaşması ve insanlığın bir bütün olduğuna dair yaklaşımı benimsemesi gerekir.

Toplumsal barışın yaşanması için neler yapabiliriz?

Toplumsal barışın sağlanması tüm alanların olduğu gibi felsefe alanının da konusu olmuştur. Bu bağlamda, makalede iki felsefecinin görüşleri ele alınmıştır. Bunlardan ilki, 18. yüzyılda yaşamış olan Filozof İmmanuel Kant’tır. 

Karmaşanın, savaşların yoğun olduğu bir dönemde yaşamasına rağmen “Ebedi Barış” kavramını gündeme getirmesi, felsefesini insanlığa olan güven ve barış anlayışı üzerine kurgulaması nedeniyle, Kant’ın felsefesi üzerinde durulması gerektiğini düşünüyoruz.  

Kant’ın “Ebedi Barış Stratejisi”ne göre; [13] “Tabiatın gayesi ebedi barıştır. Savaş, insanın ilkel haldeyken terbiye edilmesi için doğanın kullandığı bir araçtır. Bunlar tabiatın kendi gayesine (Ebedi Barışa) varmak için insan nevini sevk etmek üzere aldığı tedbirlerdir.”

Bu anlayışa göre; tüm sistem insanın, insanlığın tekamülü üzerine kurulmuştur ve savaş da bu amaca ulaşma aracı olarak görülmektedir. İnsanlık olarak buna ihtiyaç bittiğinde barış kendiliğinden ortaya çıkacaktır, denilebilir.

Ebedi Barış Stratejisii bölümlüdür: Ön maddeler ve ana maddeler. Genel olarak bakacak olursak; ön maddelerde toplumsal barışa engel olabilecek durumlar anlatılmakta, ana maddelerde ise çözüm önerileri sunulmaktadır.

Ön maddeler:

  • İçinde gizlenmiş yeni bir harp vesilesi bulunan hiçbir anlaşma, bir barış anlaşması sayılamaz. Eğer, barış sağlanacaksa, hiçbir şekilde yalan söylenmemeli, gizli amaçlar güdülmemeli, örtülü planlar yapılmamalıdır.
  • İster küçük ister büyük olsun, hiçbir bağımsız devlet, diğer herhangi bir devletin hâkimiyeti altına herhangi bir yolla (miras, değiş-tokuş, alım-satım, hibe) asla geçmemelidir. Devlet bir mülk değildir. Bağımsızlık ve egemenlik ebedi barışın temel önermeleri arasında sayılmaktadır ve emperyal (yayılmacı, işgal, sömürü) nitelikli her türlü devlet işlemi kabul edilemez.
  • Daimî ordular zamanla ortadan tamamıyla kalkmalıdır. Sürekli orduların her an harekete hazır olması, diğer devletlere yönelik sürekli bir tehdit niteliği taşıması nedeniyle uygun değildir. Ülkelerin askeri, ittifak ve/veya mali güç kazanması savaş sebebi olabilecektir.
  • Devlet, dış menfaatlerini desteklemek için borçlanmalara girişmemelidir. Böyle bir durum, borç alan devletin borcunun ödenemez duruma gelmesine, buna karşın borç veren devletin siyasi bir güç kazanmasına neden olmaktadır. Bu da sonuç olarak savaşa yol açabilecek bir durum yaratabilir.
  • Hiçbir devlet, diğer bir devletin esas teşkilatına veya hükümetine zor kullanarak karışmamalıdır. Günümüzdeki anlamıyla ‘içişlerine karışmama’ ilkesinin önemini vurgulayan Kant, anayasal düzene veya hükümet işlerine karışmanın devletin mutlak egemenliğine aykırı olduğunu belirtmektedir.
  • Hiçbir devlet, harpte, ileride barış akdedileceği zaman devletlerin birbirlerine karşılıklı güven duymalarını imkânsız kılacak yollara (halkı gizlice kışkırtmak, soykırım vb.) başvurmamalıdır.

Ana maddeler:

  • Özgürlük, eşitlik ve kanun koyucuya bağlılık esaslarına bağlı olan, insan haklarına dayalı, hukuk sistemini içeren Cumhuriyet yönetimini çözüm olarak öngörmektedir.
  • Devletler hukuku, hür devletlerden kurulu bir federasyona dayanmalıdır. Güçler dengesi üzerine kurulu bir barış düzenine de karşıdır. Kant’a göre kalıcı çözüm, eşitliğe dayalı dünya cumhuriyetini kurmak ve bu cumhuriyeti özendirmektir.
  • Dünya vatandaşlığı hukuku, evrensel bir misafirlik şartlarıyla sınırlandırılmalıdır. Yeryüzünün belirli sayıda milletlere değil, bütün insanlığa ait olduğu, bu sebeple evrensel misafirlik kaydının söz konusu olacağı, sömürgeciliğin kabul edilemeyeceği üçüncü maddenin temel özellikleridir.

Bu maddeler çok tartışmalıdır. Aradan yaklaşık üç asır geçmesine rağmen Kant’ın öngörüleri gerçekleşmemiş ve barış hedefine halen ulaşılamamıştır. Ancak toplumsal barışın oluşması için insanları sorgulamaya yönlendirmesi ve çözümler sunabilmesi açısından önemli etkileri olduğu da açıktır.

Toplumsal barışa dair diğer bir strateji ise 20. yüzyılda yaşamış psikanalist, sosyolog, filozof Erich Fromm’a aittir. Erich Fromm’un barış yaklaşımı genel ilkelerle birlikte çözüme dair yöntemleri de içermektedir: [14]

Genel ilkelerde;

  • İnsanlık hakkında çok daha kapsamlı bir anlayış geliştirilmesi, insan potansiyelinin büyüklüğünün daha anlaşılır hale getirilmesi,
  • İnsan odaklı ve dinamik bir antropoloji oluşturulması: İnsanın biyolojik, kültürel, toplumsal olarak tüm yönleriyle, bütünsel bir varlık olarak değerlendirilmesi,
  • İnsanın ruhsal, manevi tarafını hem bilincini hem de bilinç dışını dikkate alan ruhsal bir anlayış geliştirilmesi ve uygulanması. İnsanın tüm yönleriyle madde-mana, bilinç-bilinçdışı taraflarının dikkate alınması,
  • Duygu, akıl ikileminin, ayrımının farkına varılması: Bu bölünmenin düşmanlık değil ama hayata karşı vurdumduymazlık yarattığının farkında olunması gerektiğini belirterek ‘Dünyanın yeni bir insan ve yeni bir insanlık anlayışına ulaşması’ gerektiği fikrini vurgulamaktadır.

Toplumsal barışın sağlanmasına dair yöntemleri ise şöyle sıralamaktadır:

  1. Düşmanın kaybetmesinin önlenmesi, karşılıklı hakların kabul edilmesi,
  2. Büyük kitlelerin barış fikri için kazanılması – ülke hükümetlerine savaşa/anlamsız hesaplara bir son vermek için baskı yapılması. İnsanları vurdumduymazlık anlayışından çıkarıp barışın olabileceğine dair inancın yükseltilmesi. Bunun için insanların gerçekler hakkında bilgilendirilmesi, eleştirel düşünme eğitimi verilmesi, dış politikayla ilgili aldatmacaların ortaya çıkarılması,
  3. İnsanın bütününe hitap edilmesi, Akıl-Mantık-Duyguların bir arada ele alınması, hepsine birden seslenilmesi,
  4. Bilinç dışındaki gizli karşıtlıkların bilince çıkarılması,
  5. Barış için mücadele, şiddet, nefret söylemlerinin barışa değil savaşa hizmet ettiğinin fark edilerek buna uygun davranılması,
  6. Barışın olabileceğine dair umudun canlı tutulması, böyle bir umut olmazsa o boş vermişlik halinin barışa hizmet etmediğinin bilincine varılması,
  7. Aktif olunması, planlama yapılması, hemen harekete geçilmesi, barışın bir an önce oluşturulması.

Her iki felsefecinin de odak noktalarının insan ve insanlığın bütünlüğü olduğu görülmektedir. İnsana, insanlığa hak ettiği değerin verilmesi, aslında bir diğeri dediğimiz insanların ya da toplumların birbirinden ayrı olmadığı, bütünün parçaları olduğuna dair bilinç düzeyinin yaşanmasının gerekliliğidir.

Aslında toplumlar da bireyler gibidir.  Birey değer yargılarının etkisinde kalırsa ilişki kurduğu her şeye, kendine, çevresine, doğaya, dünyaya dair yargılarda, yorumlarda bulunur ve onun gerçek değerini göremez. Benzer şekilde toplumlar da kendilerini, diğer toplumları, çevrelerini kültürlerinin ve sistemlerinin kalıplaşmış, güncellenmemiş değer yargılarının etkisiyle yorumlar ve yargılarsa, insanlar ve toplumlar arasında ayrımcılık ve ötekileştirme ortaya çıkar.  Eylemleri ise tepkisel düzeyde olur. Bu durum çatışmalara, ayrışmalara ve anlaşmazlıklara neden olur.

Toplumlar kendisiyle, çevresiyle, dünyayla, yaşamla kurduğu ilişkilerde tüm değer yargılarını fark ederek bunların kendi üzerindeki etkilerinden bağımsızlaşabilirse; değerlendirdiği, ilişki kurduğu her şeyin, kendisinin, çevresinin, toplumun, doğanın gerçek değerini görebilir. Böylece diğer toplumları da gerçekten görmeye, anlamaya başlar. Bunun sonucunda ortaya çıkan eylemleri ise artık tepkisel değil, bütünseldir ve barışa, bütüne hizmet eder. Böyle toplumlar kendi potansiyelini ve özgünlüğünü fark edebildikleri gibi diğer toplumların da özgünlüğünü, potansiyelini, bütüne katkısını görebilirler. Bu durum tüm evrensel değerlerin yaşanabilir olduğu bir uygarlığın ortaya çıkışını kolaylaştırır.

“Tüm insanları aile efradı gibi görenler, birlik, bütünlük ve dünya barışı için çalışırlar.” Mualla Sevim Güven [15]

İnsanlığı tek bir aile olarak görebilmek toplumsal barışın sağlanmasında en temel noktadır. Bunu gerçekleştirebilmek için tüm değerlerin bir bütün olarak yaşanması gerekir. Bu konudaki en güzel örneklerden biri ise Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Atamız, insanlığın hepimizi birleştiren, bütünleyen bir üst değer olduğuna dair anlayışı varlığıyla yansıtmakta ve şu sözleriyle bu anlayışı vurgulamaktadır:

Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir”
“Yurtta barış, dünyada barış için çalışıyoruz.”
“Bütün insanlar bir sosyal vücudun organlarıdır.”
“Dünya birliğe doğru yürümektedir; insanlar arasında sınıf, derece, ahlak, elbise, din, ölçü farkı gittikçe azalmaktadır… Birliğe doğru yürüyüş, barışa doğru da yürüyüş demektir”

Bilgelik Güneşi Derneği ve İnsanlık Güneşi Vakfı tarafından yayınlanan İnsanlık Manifestosu’nun ifadesiyle;

Sevgi, saygı, hoşgörü, özgürlük, barış, adalet, güven ve şefkat gibi evrensel değerler birer kavramsal bilgi veya ideal olarak görülmekten çıkıp fiilen yaşanan değerler haline gelecektir.[16] Tüm sistem bütün odaklı olacaktır. Bu farkındalık ve yeni insanlık anlayışından doğan bilinçle kültür, sosyal yapı ve sistemler gerekli özen, dikkat ve sorumlulukla tasarlanmalı ve geliştirilmelidir. [17] Yolun bundan sonrası insanların yeni düşüncelerle, akılları, gönülleri, elleriyle ve bütünü gözeterek oluşturacağı barışçıl yepyeni bir gelecek olacaktır.[18]

SONUÇ:

Gerçek barışın yaşanması için bireysel ve toplumsal barışın birlikte yaşanması gereklidir.  Kendi içinde barışı ve dinginliği yaşayan ve davranışlarıyla bu bilinç halini yansıtabilen bireylerin çoğalmasıyla, bu hal önce topluma sonra insanlığa mal olur, kültüre ve sisteme dönüşür.  Toplumda ve insanlıkta yaşanan barış hali de bireyleri etkileyerek bireysel barışı besler. Bu karşılıklı beslenme hali barışın sürekliliğini destekler.

Barışın ve tüm evrensel değerlerin hayata geçmesi ile ortaya çıkan bu anlayışla, bütün odaklı yeni bir sistem, yeni bir uygarlık kurulacak ve bu durum insanlığın bir bütün olarak ilerlemesine hizmet edecektir.

“Kimse kimseyi, bir topluluk bir başka topluluğu kendinden çok sevmezse gerçek barış kurulamaz. Bunun için de kapsamlı ve çekirdekten başlayan büyük bir çalışma gerekir. Bu çalışma bir gerekliliktir. Çünkü barışın sağlanması insanlığın ilerlemesi için gereklidir.”[19]

Bunun en güzel örneği Anadolu’dur. Anadolu bir barış coğrafyasıdır. Anadolu’nun değerlerini incelediğimizde, her türlü zorluğun içindearışın bir coğrafyada, bir kültürde nasıl yer bulabileceğine dair ipuçlarını yakalamış oluruz. Anadolu, bu özelliği ile, tüm dünya kültürlerine örnek olma potansiyeline sahiptir. Sevgi, sabır, hoşgörü, barış, uyum, şefkat, merhamet, esneklik, eşitlik, özgürlük ve bağımsızlık bu değerlerden bazılarıdır. Şu an görünür olmasa da Anadolu, bu değerlerin yaşanmasına toprak olabilen en önemli coğrafyadır.[20]

Anadolu’daki bu anlayışın en güzel örneğinievgili Atamızın Anzak annelerine gönderdiği mektupta görebiliriz:

Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken Kahramanlar!
Burada dost bir vatanın toprağındasınız.
Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.
Sizler Mehmetçiklerle yan yana, koyun koyunasınız.
Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar!
Göz yaşlarını dindiriniz!
Evlatlarınız bizim bağrımızdadır.
Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır.
Onlar, bu toprakta canlarını verdikten sonra artık bizim evlatlarımız olmuşlardır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk

İnsanlık Güneşi Vakfı,
Ortak Değerler Atölyesi
Tülay EROL, Şubat 2025

———————-
Yararlanılan Kaynaklar:

  • Akar, A. (2019). Düşünen Türkçe. (1. Basım). Ötüken Neşriyat A.Ş. Yayınları.
  • Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi. (1994). (15. Baskı).
  • Bilgelik Güneşi Derneği ve İnsanlık Güneşi Vakfı. ‘Kurumsal Yol Haritası ve Değerleri Kitapçığı’.
  • Bilgelik Güneşi Derneği ve İnsanlık Güneşi Vakfı, Bütünsel An Farkındalığı Programı Notları.
  • Bozkurt E. (2007). ‘Kant’ın Ebedi Barış Üstüne Denemesinin Günümüze Yansıması’, Anayasa Yargısı Dergisi. Cilt 23, Sayı 1, s:501-523.
  • Fromm, E. (2004). Barışın Tekniği ve Stratejisi. Arıtan Yayınevi.
  • Güven, M.S. (2023). Güvenle Yolculuk. İnsanlık Üniversitesi Yayınları.
  • https://dergipark.org.tr/tr/pub/anayasayargisi/issue/52007/678212 (Erişim Tarihi: 23.02.2025)
  • İnsanlık Güneşi Vakfı. (2023) Arınmış Varlık İnsan. İnsanlık Üniversitesi Yayınları.
  • İnsanlık Güneşi Vakfı. Anadolu’nun Evrensel Yüzü. https://www.insanlikuniversitesi.org.tr/anadolu-kimdir/
  • İnsanlık Güneşi Vakfı. İnsanlık Manifestosu. https://www.insanlikuniversitesi.org.tr/insanlikmanifestosu/
  • Schrumpf F., Crawford D. ve Bodine R. (2007), ’Peer Mediation: Conflict Resolution in Schools’. Research Press, s.14’ten aktaran Safran M.- Aktaş Ö. (2013). ‘Evrensel Bir Değer olarak Barış ve Barış Eğitiminin Tarihçesi’. Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 17, S:2, s:131-150. https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/200609 (Erişim Tarihi:23.02.2025)

[1] Erich Fromm, Barışın Tekniği ve Stratejisi, s:151

[2] a.g.e. s:150

[3] (Schrumpf, Crawford ve Bodine, 2007: 164) den aktaran (Prof. Dr. Mustafa Safran- Yrd. Doç. Dr. Özgür Aktaş ‘Evrensel Bir Değer olarak Barış ve Barış Eğitiminin Tarihçesi’ isimli makale) s: 135

(Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi / Yıl: 17 S: 2, Ağustos 2013) s:131-150

[4] Prof. Dr. Ali Akar, Düşünen Türkçe, Ötüken Neşriyat A.Ş. Yayınları, s: 50

[5] Ana Britannica. Cilt: 17, s:11.

[6] (Souza, Sperb, McCarthy ve Biaggio, 2006: 59) dan aktaran (Prof. Dr. Mustafa Safran- Yrd. Doç. Dr. Özgür Aktaş ‘Evrensel Bir Değer olarak Barış ve Barış Eğitiminin Tarihçesi’ isimli makale) s: 135

(Türkiye Sosyal Araştırmalar Dergisi / Yıl: 17 S: 2, Ağustos 2013) s:131-150

[7] Bilgelik Güneşi Derneği ve İnsanlık Güneşi Vakfı ‘Kurumsal Yol Haritası ve Değerleri Kitapçığı’ s:19

[8] Prof. Dr. Ali Akar, Düşünen Türkçe, Ötüken Neşriyat A.Ş. Yayınları, s: 96

[9] İnsanlık Güneşi Vakfı, Arınmış Varlık İNSAN, s: 82

[10] Mualla Sevim Güven, Güvenle Yolculuk, s: 99

[11] Mualla Sevim Güven, Güvenle Yolculuk, s: 101

[12] Bilgelik Güneşi Derneği ve İnsanlık Güneşi Vakfı- Bütünsel An Farkındalığı Programı Notları

[13] https://dergipark.org.tr/tr/pub/anayasayargisi/issue/52007/678212-

Prof. Dr. Enver Bozkurt, Kant’ın Ebedi Barış Üstüne Denemesinin Günümüze Yansıması, Anayasa Yargısı Dergisi, Yıl 2007, Cilt 23, Sayı 1, s: 501-523

[14] Eric Fromm, Barışın Tekniği ve Stratejisi, s: 165-167

[15] Mualla Sevim Güven, Güvenle Yolculuk, s: 98

[16] İnsanlık Güneşi Vakfı, İnsanlık Manifestosu, 50.madde.

[17] İnsanlık Güneşi Vakfı, İnsanlık Manifestosu, 52.madde.

[18] İnsanlık Güneşi Vakfı, İnsanlık Manifestosu, 59.madde.

[19] İnsanlık Güneşi Vakfı, Arınmış Varlık İNSAN, s: 67.

[20] İnsanlık Güneşi Vakfı, Anadolu’nun Evrensel Yüzü.