Sezgisel akıl kutsal bir hediyedir,
Rasyonel akıl ise sadık bir hizmetkâr.
Hediyeyi unutup, hizmetkâra saygı duyan bir toplum yarattık.
Albert Einstein
Günlük yaşamımızda (belki de farkına varmadan) rehberliğiyle ilerlediğimiz sezgilerimiz, çoğu zaman rasyonel aklımızın önüne geçmekte ve kararlarımızı etkileyerek, deneyimlerimizden çıkarımlarda bulunmamızı sağlamaktadır. Richard Dawkins’in “Kör Saat Ustası” kitabında gözleri görmeyen ama çok ince mekanizmaları bile yaratabilen bir saat ustasına benzettiği evrimin, günümüzde en değerli ürünlerinden birisi olan sezgi, antik çağlardan beri insanlığın ve otoritenin biraz korkarak yaklaştığı bir konu olmuştur. Doğa üstü olayların ve ezoterik bilgilerin bir parçası olarak görülmüş, medyumluk, kahinlik, büyücülük, simya gibi okült uğraşılar ile birlikte anılmış ve sadece seçkin bazı insanlara ait bir yetenek olarak düşünülmüştür.[1] Oysaki sezgi, doğuştan sahip olduğumuz ama Einstein’ın sözünde bahsettiği gibi çoğu zaman sahip olduğunu unuttuğumuz kıymetli bir parçamızdır.
Sezgiyi daha derinden anlamak için öncelikle ne olduğunu kavramamız gerekir. Sezgi, gerçeğin akıl yürütmeye ve deneye başvurmaksızın doğrudan elde edilen, apaçık bilgisidir. Bilincin iki kutbu olarak da isimlendirilen bu bilgi türü, akıl yoluyla (akılcı) ve sezgi yoluyla (sezgisel) ulaşılan bilgilerdir. Akılcı zihnimiz sustuğunda, onun sezgisel bölümü olağanüstü bir varlığa ve gerçekliğe kavuşur. [2] Prof. Dr. Sultan Tarlacı sezginin, nörobilimde “duyu dışı algı” olarak da tanımlandığını söyler. Sezgi kişide, bir şeyi bildiği hissi oluşturur. Mantığın açık ve net olarak hiçbir zaman bilemeyeceği bir nedeni olabilir. Bütünü bir anda yakalamaya ve kavramaya yönelen düşünme yoluna sezgisel denilmektedir.[3]
Sezginin tanınmasını kolaylaştıracak bazı özellikleri vardır:
- Bilinçdışı; hızlı ve çabasızdır. Bilinç ile yönlendirilemez.
- Ortaya çıkmak için sükuneti sever. Önündeki en büyük engeller, zihinsel meşguliyet ve stresli ortamlardır.
- Ne zaman ortaya çıkacağı bilinmez.
- Kaynağı belirsizdir ve açıklanamayabilir.
- Genelde sözel değildir. Görüntü, metafor, rüya, senaryo ve öykülerle çalışır[4].
- Kişinin mesleğine veya kişisel özelliklerine göre değişebilecek farklı yollar ile fiziksel (bedensel duyumlar- midede burulma, karında ağrı gibi), duygusal (rahatlama, huzursuzluk hissi vb gibi), mental yollar (düşünce veya imajlar) ile bilince mesajlar gönderir[5].
Sezgi yaşantımızda 3 farklı şekilde karşımıza çıkar:
- Psişik sezgi: Bu sezgiyi inceleyen bilim dalı parapsikolojidir. Duyusal becerilerle algılanması mümkün olmayan, doğal kanunlar ve bilgilerle açıklanmayan olaylarla ilgilenen, bu olayları deneysel yöntemler yoluyla ve metodik şekilde inceleyen disiplindir[6].
- Felsefi sezgi: Duyusal olmayan bir yolla evrensel ve en son gerçeğin elde edilmesidir. Filozoflara göre sezgiyle varılabilen gerçeğe, akıl yürüterek ulaşılamaz ve sezgiyle ulaşılan gerçek, akıl yürütülerek varılan gerçekten daha üstündür. Felsefede sezgi, bilgi ve düşünceler arasında ilişkiler bulma veya bu ilişkileri kavrama işlemi, böylece yeni bilgilere ulaşma aracı olarak görülmüş, sezginin doğuştan sahip olunan bir beceri, akıl yürütmeden farklı bir bilme yolu olduğu filozofların buluştuğu ortak nokta olmuştur. Platon’a göre bilginin kaynağı duyular, hafıza veya deneyim değil; düşünen, anlayan, tasarlayan, gören ruhun kendisidir ve sezgi rasyonel ve doğaüstü olarak ikiye ayrılır. Aristo’ya göre sezgi, gerçeğin yanılmaz kaynağıdır ve ispatı olmaksızın vardır. Pascal ise kalbin bildikleri olarak tariflediği sezgisel bir bilme yolundan bahseder ve “kalbin aklın bilmediği nedenleri vardır” der[7]. Descartes’in anlayışına göre, bütün bilgilerimizde sezgi unsuru vardır. Sezgi aynı zamanda bir akıl yürütmenin çeşitli adımlarını oluşturan önermeler arasındaki ilişkileri anlamamızda da mevcuttur[8]. Yakın çağ felsefecilerinden Henri Bergson için sezgi, tam da kendinde şeylerin bilgisine, yani nesnelerin hakikatine ulaştıran araçtır. Sezginin ulaşması beklenen bilgi, içsel ve göreceli değil mutlaktır. Sezgi bir düşünce biçimidir fakat analiz ederek bölen aklın tersine belirgin sınırları olmayan, basit ve bütünsel bir kavrayış şeklidir[9].
- Bilimsel Sezgi: Felsefenin sezgi konusundaki söylemleri sezginin, öncelikle psikoloji alanında incelenmesi ve araştırılmasının önünü açmıştır. Sezgi, analitik psikolojinin kurucusu Carl G. Jung’un çalışmaları, uygulamaları ve felsefi mirasının merkezinde yer almıştır[10]. Jung sezgiyi, algıyı anlamlı bir şekilde taşıyan bilinçdışı bir fonksiyon olarak tanımlamış[11], sezginin temelde bilinçdışı bir süreç olduğu için de doğasının bilinçli olarak kavranmasının çok zor olduğunu söylemiştir[12]. Jung’a göre dört farklı dünyayı yorumlama biçimimiz vardır; duyumsama bize bir şeyin var olduğunu, düşünme onun ne olduğunu, hissetme onun hoş olup olmadığını, sezgi ise nereden gelip nereye gittiğini söyler[13]. Sezgi konusu farklı kulvarlarda araştırılırken ABD’li nörolog Antonio Damasio’nun duygular ve hisler olmaksızın karar veremediğimizi ortaya koyması bilim dünyasında geniş yankılar uyandırmış ve sezgi araştırmacılarını etkilemiştir[14].
Bilimsel olarak çalışılan sezgisel mekanizmaların en önemlileri; örüntü tanıma ve örtük öğrenmedir.
Örüntü Tanıma: Sezginin kullandığı en temel mekanizmadır. Örüntü, düzenli olarak tekrarlayan her türlü şekil, çizgi ve renklerden oluşan tasarım olarak tanımlanabilir. Gary Klein bir “örüntü”nün, genellikle bir araya getirilmiş bir dizi ipucu olduğunu, böylece ipuçlarından birkaçını görürsek diğerlerini de bulmayı bekleyebileceğimizi söyler[15]. Sezgi konusundaki anlamı ise, bir olgunun tekrarlamasıdır. Bu tekrarlayan bir olay, davranış kalıpları, mesleki örüntüler, mimikler, tarihi olaylar gibi farklı içeriklerde olabilir.[16] Örneğin; bir doktor için, meslek hayatı boyunca benzer hastalık şikâyet, semptom ve bulgularının yarattığı tanıdık örüntüler, sezgisel bir şekilde hızla tanıyı koyabilmesini sağlamaktadır. Hisse senedi veya ekonomik piyasa hareketleri, bir satranç ustasının oyunun hamlelerinin örüntülerini gözlemlemesi, çift danışmanlığı yapan terapistlerin çiftlerin süreçlerine yönelik tahminleri benzer örüntü tanıma mekanizmasının ürünleridir.
Örtük Öğrenme: Kelimelerle anlatılamayan, belirli bir amaçla değil farkına varmadan öğrendiklerimizdir. Bilinçli çaba olmadan bilgi edindiğimiz bilinçdışı bir süreçtir ve sadece sezgi ile ulaşılır. Kendiliğindendir, başkalarının açık yardımı olmadan eylem ve sözlerden çıkarımla bilgi toplanır, kişi söyleyebildiğinden çoğunu bilmektedir[17]. Annemizi gözlemleyerek öğrendiğimiz yemekler, babamıza yardım ederken geliştirdiğimiz el becerileri, televizyonda seyrederken öğrendiğimiz dans hareketleri akla gelebilecek en temel örneklerdir. Örtük öğrenme, aslında yaşamın içinde her an yeni örüntüler ortaya çıkararak sezginin örüntü geliştirme işlemlerine katkı sağlar.
Peki, sezgiyi harekete geçirmemiz mümkün müdür?
Sezgi doğası gereği kontrolü bizde olmayan bilinçdışı bir süreçtir, evrimin sezgiye yüklediği görev canlının adaptasyonuna yardımcı olmasıdır ve sezgi, kendisine ihtiyaç duyulduğu zaman harekete geçerek bu görevi yerine getirmeye çalışır[18]. Bu nedenle bir konuya odaklanıp çalışırken sezgimizin harekete geçebileceğini bilmek, varlığına inanmak ve onu duymaya açık olmak çok değerlidir. Sezgiyi harekete geçirecek iki farklı yöntem tanımlanmıştır:
“Çabala-Unut-Geri Dön” Yöntemi: Araştırmalar sezginin bilinçli ve yoğun bir zihinsel çaba sonrası harekete geçtiğini, ama bilinçli olarak sorunla uğraşma bırakılınca da devam ettiği hatta daha verimli bir şekilde çalıştığını göstermiştir. Yani ilk aşamada; bilinçli olarak sorunu çözmek için uğraşılır sonra ikinci aşamada; bilinç başka bir şeyle uğraşmak için serbest bırakılır ama bu konudaki niyetten kopmayarak korumak da esastır. Daha sonra ise üçüncü aşamaya geçilir ve konuya geri dönülüp çalışmaya devam edilir. Bu süreçte sezgiden gelecek mesajlara duyarlı olmak gerekmektedir[19] .
“Adanma-Dinlenme” Yöntemi: Bu yöntemde ise, adanma döneminde; üzerinde çalışılan konuya “gönülden odaklanmak”, yaptığın işe her şeyinle kendini vermek ve şimdi burada olmak, adeta bir “akış haline” geçerek bağlanmaktır. Yaratıcılığın ve sezgiselliğin en yüksek yaşandığı dönemlerdir, dinlenmeye geçilse bile sezgisellik devam edebilmektedir[20].
İngiliz bilim insanı Graham Wallas, bilinçdışı olarak seyreden yaratıcı sürecin 4 aşamadan oluştuğunu söylemektedir:
- Hazırlık aşamasında; geniş bir bilgi yelpazesi toplanır, bu bilgi soruşturma alanında mantık kurallarına dönüştürülür ve belirli bir problemi tanımlamak için benimsenir.
- Kuluçka aşamasında, kişiler doğrudan problem üzerinde çalışmadan çeşitli fikirler serbestçe gruplandırılır ve yeniden düzenlenir. Bilinç başka konulara yönelse de bilinçaltı devam eder, bazı ilişkiler keşfedilip sonuca doğru yaklaşılır, bazı hisler bilinç tarafından fark edilmeye başlanır.
- Genellikle çözüm bulunduğunda, genellikle ‘aha’ deneyimi olarak adlandırılan aydınlanma aşamasına gelinmiş olur.
- Sonunda, elde edilen çözümün doğrulama aşamasında kontrol edilmesi, geliştirilmesi ve rafine edilmesi ve çözümlerin anlaşılabilir olmasını sağlamak için detaylandırılması gerekir. Eğer doğrulama aşaması bir çözümün uygulanabilir olmadığını gösterirse, o zaman yaratıcı sürecin başına dönülebilir. Hazırlık ve doğrulama aşamaları bilinçli faaliyet içinde yer almasına rağmen, kuluçka ve aydınlatma aşamaları bilinçsiz faaliyet içinde yer alır[21].
Bazı ilişkilerin fark edilmeye başlanması sezgisel sürecin başladığı kuluçka dönemindedir. Aydınlanma sürecinde ise iki şey olur; ya bir çözüm yakalanır, çözüm bütün detaylarıyla açık ve nettir, doğruluğu kanıtlanabilir. Örnek vermek gerekilirse Arşimet’in sıvıların dengesi kanununu keşfettiğini hissettiği, ünlü “Buldum buldum” dediği andır. Bu bir içgörü anıdır. İkinci durumda ise çözüm net olarak ortaya çıkmamıştır, sadece çözümün hangi yönde olacağına dair bir mesaj ortaya konmuştur. Bu bir kanaattir, bir hipotezdir. Bu bir sezgidir, doğru ya da yanlış olabilir[22].
Peki sezgilerimizin doğru olup olmadığını bilebilir miyiz? Karar verme süreçlerimizde önemli bir payı olan sezgiler hayatımızı, seçimlerimizi nasıl yönlendirir? Gerçekten nasıl karar veririz?
Yapılan çalışmalar sezgilerimizin yaşamımızdaki rolünün, tahmin ettiğimizden de fazla olduğunu söylemektedir[23]. Tam olarak açıklayamadığımız ama üzerinde düşündüğümüz bir konuya dair birşeyler hissettiğimiz durumları hatırlayalım. Bunlar, bilinçsizce bir örüntü oluşturarak birbirine bağladığımız deneyimlerle oluşturulan sezgilerimizdir.
Örüntü, genellikle bir araya gelen bir dizi ipucudur, böylece ipuçlarından birkaçını görürsek diğerlerini de bulmayı bekleyebiliriz. Bir örüntüyü fark ettiğimizde, durum hakkında bir fikir sahibi oluruz: Hangi ipuçlarının önemli olacağını ve izlenmesi gerektiğini biliriz. Ne tür hedeflere ulaşmamız gerektiğini biliriz. Sonraki adımda ne beklememiz gerektiğine dair bir fikrimiz olur. Neler olup bittiğine ve bu konuda ne yapmamız gerektiğine dair önsezilerimiz bu şekilde oluşur. Sezgi, deneyimlerimizi yargılara ve kararlara dönüştürme biçimimizdir[24]. Rasyonel karar verme teorileri insanların nasıl karar vermelerini anlatır. Bir diğer karar verme şekli ise 1980’lerin ortalarında bir grup bilim insanı tarafından oluşturulan “Doğal Karar Verme” araştırma programında tanumlanmış. Buna göre, doğal karar verme, örüntü tanımaya dayalı ve örüntü ilemlerini temel alan karar vermeydi. Baskı altında çalışan meslek grupları (itfaiyeciler, ordu mensupları, pilotlar, anestezistler, hemşireler gibi) üzerinde yapılan çalışmalarda hızla karar vermeleri gereken süreçlerde, doğal karar verme sürecini kullandıklarını işaret etmekteydi[25].
Benzer bir soru ise, ilk intibanın doğru olup olmadığına dairdir. İlk intiba, bir kişinin durumun, planın, fikrin veya çabanın algılandığı “ilk anda” varılan hükümdür. Psikolog Leslie Zebrowitz ilk intibaya göre çıkarım “yapmamanın” olanaksız olduğunu anlatır. Çünkü bu çıkarım saniyenin onda biri kadar zaman alır, otomatiktir ve içgüdüsel olabilmektedir. İlk intibanın hata payı yüksek olabilmektedir, nedeni ise beynimizin ilk intiba ile çıkarım yaparken eksik bulduğu bilgileri “örüntü tamamlama” yoluyla tamamlamasıdır[26]. Önemsiz bir konuda ilk intiba ile karar vermekte sakınca yoktur ama önemli bir konuda sezgiyi önemli bir veri noktası kabul etmek ama sonra mevcut durumda mantıklı olup olmadığını bilinçli ve planlı bir şekilde değerlendirmek çok kıymetlidir[27].
“Algılarımız ya da eşimiz, dostumuz aracılığıyla duyduğumuz içgörüler bazen bizi sınamak içindir. Sezgilerimizde dahi, esas olan; günün gerçekliğine bağlı olarak aklımızı ve gönlümüzü kullanmamız; kendimizin efendisi olmamızdır.”
Mualla Sevim GÜVEN
Sezgiye dair tüm bu bilimsel çalışmaların devam ettiği süreçte, İngiliz bilim insanı Rupert Sheldrake de duyudışı algı süreçlerine dair bir açıklama getirmiştir. Yedinci Duyu veya Genişleyen Zihin (Beyin Ötesindeki Zihin) olarak tanımladığı teorisinde zihnimizin, organizmaları birbirine ve çevreye bağlayan alıcılar yoluyla açıldığını söylemektedir. Zihinlerimiz etrafımızdaki dünyaya uzanır, gördüğümüz herşeyle bizi irtibatlandırır. Niyet ve dikkat, doğdukları beynin ötesine yayılır, dikkat sayesinde çevremize yayılan, bizi baktığımız şeyle irtibatlandıran algı alanları yaratır, bu alanlar sayesinde gözleyen ve gözlenen arasında irtibat kurulur. Zihinsel alıcılarımız bir tür morfik alıcıdır. Morfogenetik alanlar, davranış alanları, sosyal alanlar ve zihin alıcıları farklı morfik alan türleridir. Tüm morfik alıcılar ortak özelliklere sahiptir ve morfik rezonans denen bir süreçten kaynaklanan içsel, yapısal bir hafızaya sahiptir. Zihin, zihinsel alanlar yoluyla genişler ve dikkat ile ilgi sayesinde çevreye uzanıp temas kurar[28]. Bu alanlar duyudışı algıları açıklayabilmemize yardım eder[29].
Hearthmath Enstitüsü’nde sezgi konusunda yapılan çalışmalarda 3 tip sezgiden bahsedilir. Birincisi, nörobilim çalışmalarıyla kendisini daha da netleştiren örtük öğrenme süreci, ikinci tip ise, sinir sisteminin elektromanyetik alanlar gibi çevresel sinyalleri tespit etme ve bunlara yanıt verme yeteneğini ifade eden enerjik duyarlılıktır. Üçüncü sezgi türü, geçmiş veya unutulmuş bilgilerle ya da çevresel sinyallerin algılanmasıyla açıklanamayan bir şeyin bilgisini veya hissini ifade eden yerel olmayan sezgidir. Yerel olmayan olaylar hakkında bilgi alma ve işleme kapasitesinin tüm fiziksel ve biyolojik organizasyonların bir özelliği gibi göründüğü ve bunun muhtemelen evrendeki her şeyin içsel olarak birbirine bağlı olmasından kaynaklandığı öne sürülmüştür[30] Fiziksel kalbin, zaman ve uzayın klasik sınırlarına bağlı olmayan bir bilgi alanına bağlı olduğunu gösteren ikna edici kanıtlar vardır. Bu kanıt, kalbin gelecekteki bir olayla ilgili bilgiyi, olay gerçekleşmeden önce aldığını ve işlediğini gösteren bir deneysel çalışmadan gelmektedir. Bu çalışma esnasında deneklerin hem kalplerinin hem beyinlerinin, gelecek ile ilgili duygusal bir resim bilgisayar tarafından rastgele seçilmeden yaklaşık 4 ila 5 saniye önce bilgiyi aldığı görülmüş; daha da ötesinde kalbin bu bilgiyi beynin almasından yaklaşık 1,5 saniye önce aldığı saptanmıştır[31].

Kalp zekâsı, zihin, düşünce ve duyguların kalp ile uyumlu bir hale gelerek sezgi, yüksek bir algı ve anlayışın eşliğinde akış halidir. Bu şekilde elde edilen kalp tutarlılığı ile, her şey ve herkesle bağlantılı ve bütünlük içinde hissederiz. Dingin bir yerden, kalbimizin sezgileriyle bağlantı kurmak, hayatımızın sorumluluğunu alma kapasitemizi geliştirebilir. Kalp, gerçek doğamızın ve potansiyelimizin en etkin, ancak az kullanılan yönüdür[32].
Kalbin bu derin sezgisel boyutuna dair arayış ve söylemler sadece Heartmath’in çalışmalarında gözlemlediğimiz bir şey değildir. Kadim öğretilerde de sezgi konusunda kalbin yeri bir başka tarif edilmektedir. İbn Sina, Kindi gibi İslam düşünürlerine göre sezgi, aklın fizikten edindiği bilginin ötesinde kalbin metafiziğe ulaşma kabiliyetinden doğmaktadır. İslam düşüncesinde kalp, insanın manevi dünyasının merkezi ve üst bir bilme organı olarak görülür; hem aklın getirdiği verileri hem de kendine has bilgi edinme yolları olan ilham ve sezgi ile daha üst bir biliş merkezidir. Kalbin, mümkün olan her şeyi ihata edebilecek nitelikte olduğu düşünülmüş ve o, “sonsuzu yakalayan idrak” olarak tarif edilmiştir. Gönül kelimesi ile de ifade edilen kalp, Mevlana’ya göre “uçsuz bucaksız bir şeydir ve bütünüyle kozmosun kendisidir”[33]. İnsanın kendi içsel doğasını anlamasında, yaşamsal olayları bütüncül bir bakış ile değerlendirmesinde, aşkın olanı tanımasında ve onunla kurduğu bağda, sezgi ve sezgisel boyutun nitelikleri öne çıkmaktadır[34].
Sezgi ve ilham aynı şey midir?
Sezgi ruhumuzla olan bağlantının derinleşmesinden doğar. Kendi derin zekamıza ve kolektif zekaya erişmemizi sağlar. Yönlendirici değildir. Belirli bir anda hiçbir yerden ortaya çıkmayan ve bir soruna çözüm sağlayan bir fikirdir. İlham ise; ne yapmamız gerektiğiyle ilgili ve bir türlü kaybolmayan ısrarcı bir düşünce gibidir. Biz o konuda bir şeyler yapana kadar, harekete geçmemiz konusunda uyarmaya devam edecektir[35]. İlham genellikle sanat, doğa, insanlar veya deneyimler gibi dış uyaranlar tarafından tetiklenebilir ve bir yaratıcılık patlaması veya bir netlik anı gibi hissedilir.
Arınmış Varlık İnsan’da sezgisel algılamayla ilgili 3 farklı tip tanımlanmaktadır. Birinci grup hücresel enerjiyi kullanır. Algılamada beden güçlerini kullanırlar. Bedenin durumu önemli ve etkilidir. Bu gruptakiler etraflarına yaydıkları enerjiyle fark edilirler ve bedensel enerji kullanımı önemli olduğundan madde beden her an hazır tutulmalıdır. İkinci grup algıda ’manevi güç’ biraz daha önem kazanır. Çoğu zaman ÖZ’lerinin rolünü anlamayabilir veya bilmezler. Arınan varlıkların enerjileri yükselir ve aynı titreşimdeki varlıklarla etkileşime girerler. Üçüncü grup alıcılar ise doğrudan ÖZ’den ya da ÖZ’den ÖZ’e bağlantı kurarak bilgi ve enerji aktarımı yaparlar. Buna daha çok ’gönülden alma’ denilebilir. En önemli özellikleri; ‘gönülden ilerledikleri için bilinen ve aranan koşul ve kurallardan bağımsız olmalarıdır.’ Bu ilerleyiş süresince aklı ve gönül dengesini yaşadıkça bulundukları ‘gerçekliğin özgürlüğünü’ kazanmışlardır. Herhangi bir gerçekle kısıtlı değillerdir. Ancak tüm gerçekliklere ve bilgilere sevgi ve saygıları sonsuzdur[36].
İlham ise şöyle tarif edilir; ilham maddenin sınırlarını esneten ve her varlığa bütünün hareket kabiliyetini kazandıran bir etkileşimdir. Bu ilhamın canlılığını yaşayan varlığın günlük hayat içindeki basit bir eylemi bile bambaşka varlık katmanlarını harekete geçirecek bir dinamik oluşturacaktır[37].
“Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gayipten değil
doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz.”
Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK
Değerler, sezgi ve ilham, gerçekte kim olduğumuzla, parçası olduğumuz insan sistemleriyle ve içinde yaşamak istediğimiz dünyayla derinden örtüşen bir gelecek yaratmamıza olanak tanıyan yeni bir yön bulma yöntemidir[38]. Değer, insanın kendinde (özde) var olanı idrak edip ortaya çıkarması, ilişkileri yoluyla sürekli ve tutarlı biçimde yaşayarak içselleştirmesi (yaşaması), topluma yansıtarak tüm insanlığa mal olmasıyla (yansıtma), yaşanan değer haline gelir[39]. Anadolu Manifestosu’nda, “Anadolu’da değerler kavramsal değil, eylemsel ve deneyimseldir. Zihinsel olarak öğrenilmez, kalpden, ’bizatihi’ bilinir. Anadolu’nun kendisi gibi değerleri de bütündür, bir bütün olarak hareket eder. Aynı kaynaktan beslenir.” şeklinde tanımlanır[40]. Sezgilerimizi, aklımız ve gönlümüzün rehberliğinde dinlemek arınmayı destekler; ÖZ varlığımıza alan açar. İNSAN’a verilen değeri ve eylemleri gönülden hissettirir. İrademiz ise bu eylemleri gerçekleştirebilmek için niyet, dikkat ve odağımızı bu yolda tutmamızı sağlar. Ve böylece evrensel değerler, yaşamımızın en sade ve basit eylemlerine yansır; öz-söz eylem birliği ve bütünsel irade vücud bulur.
BÜTÜNSEL SEZGİ: Zihinsel, Duygusal ve Ruhsal Katmanları Aşan Bilme Hali
Bütünsel sezgi, içgüdüsel ya da duygusal dürtülerden değil, çok katmanlı bir bilinç alanından süzülerek gelen, içsel sessizlikle, katmanlı farkındalıkla oluşan rafine bir bilme biçimidir. Bu sezgi, bireyin ihtiyaçlarından değil, varoluşsal bütünlükten beslenir.
Bu sezgiye ulaşmak için beş temel katmandan geçilir.
1. Fizyolojik Katman (İçgüdüsel ve Duyusal):
İlk katmanda yer alan hissediş biçimi, bedenin hayatta kalma reflekslerinden beslenir. Bu hissediş, tehlikeyi sezme, yönünü bulma ya da diğer canlılarla etkileşimde temel bir güvenlik mekanizması olarak çalışır. Bu düzeyde, temel ihtiyaçlara (beslenme, güvenlik, sıcaklık) odaklı olduğu için bireyin sezgisel kapasitesi açılmaz, hissediş ihtiyaç merkezli kalır.
2. Suptil Katman (Zihinsel ve Duygusal):
Bu düzeyde hissediş, bireyin düşünsel kalıpları ve duygusal geçmişiyle şekillenir. Artık içgüdünün ötesine geçilmiştir; ancak hâlâ kişisel arzu ve duygularla iç içe olma durumu vardır. Bu katmanda hissedişler, arzuların, korkuların ve zihinsel beklentilerin filtresinden geçtiği için sezgi varsa bile bulanıktır.
3. Kozal Katman (Bilinç – Örtük Alan, Kişisel Bilinçdışı):
İnsanın zihinsel yapısı genişledikçe; ihtiyaçlarından, arzularından, ezberlerinden yavaş yavaş özgürleştikçe, sezgi de derinleşmeye başlar. Kozal düzeyde sezgi, kişisel bilinçdışının ve örtük inanç sistemlerinin ötesine geçmeye başlar. Artık sadece içsel arzulara değil, bireyin daha geniş anlam arayışına açılır. Bu aşamada sezgi, kalıplara saplanma, bilgi ile sezgi arasında sıkışma riski taşır.
4. Ruhsal Katman (Kalbi Alan – Kolektif Bilinçdışı):
Bu düzeyde sezgi, bireyin ötesine geçerek kolektif bilinçdışıyla temas kurar. Sonunda kalbi alan açılır. Bireysel sınırlar çözülmeye, sezgi kolektif bir hâl almaya başlar. O hâlde sezgi, varoluşla birlikte titreşir. Kişi burada ruhsal algıların ve “maneviyat” kisvesi altında bireysel anlamlar üretmenin tuzağına düşebilir.
5. Öz’sel Katman (Kaynak – Pınar):
Bireyin arınmasıyla birlikte bu sezgiye alan açılır. Burada sezgi, bilgi ya da duygusal sinyallerle değil, doğrudan “varlık hâliyle” işler. Bu en yüksek düzey, sezginin bütün katmanlardan sıyrılarak “ÖZ” ile, “kaynak” ile doğrudan temas ettiği yerdir. Bütünsel sezgi buradan doğar. Bu sezgi sessizdir, yalındır, kesindir. Bu noktada, çabalar durur. Tüm sorular susar. Bilmek, bir edim olmaktan çıkar, bir varoluş biçimine dönüşür. Sezgi, artık ihtiyaçlara değil, hakikatin kendisine dayanır. Bütünsel sezgi, bir ayrıcalık değil; her insanda potansiyel olarak var olan bir derinliktir.
DİPNOT
[1] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.12.
[2] Prof Dr Sultan Tarlacı, Bilinç: Beyin, Zihin ve Benliğin Keşfi, s.215.
[3] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.74.
[4] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.103.
[5] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.147-153.
[6] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.30
[7] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.38-41
[8] İsmail Köz, Sezgi’nin Bilgideki Yeri Ve Önemi, s.49
[9] Melis Uygur Biblika, Henri Bergson, Gerçekliğin Bütününe Ancak Sezgi Yoluyla Ulaşırız, s.70-71.
[10] Nathalie Pillard, C. G. Jung and intuition: from the mindscape of the paranormal to the heart of psychology, s.65.
[11] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.47.
[12] Carl G Jung, Psychological Types, s.26.
[13] Umut Kaya, C.G. Jung’un kişilik tipleri, https://psikogozluk.com/c-g-jungun-kisilik-tipleri/
[14] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.53.
[15] Gary Klein, The Power of Intuition. How to use your gut feelings to make better decisions at work s.22 (e-book)
[16] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.87-88
[17] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.115-116
[18] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.158
[19] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.160
[20] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.163
[21] Hevy Risqi Maharani et al, Creative Thinking Process based on Wallas Model in Solving Mathematics Problem, s.178
[22] Metehan Gür, Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? s.102
[23] Gary Klein, The Power of Intuition. How to use your gut feelings to make better decisions at work . s.23(e-book)
[24] Gary Klein, The Power of Intuition. How to use your gut feelings to make better decisions at work . s.23(e-book)
[25] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.102-103
[26] Metehan Gür, Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? s.98-99
[27] Gary Klein, The Power of Intuition. How to use your gut feelings to make better decisions at work . s.26 (e-book)
[28] Rupert Sheldrake, Biri Beni Gözetliyor. s.27,34,36
[29] Rupert Sheldrake, Biri Beni Gözetliyor. s.370
[30] Rollin McCraty, Science of The Heart. Exploring the Role of the Heart in Human Performance. Vol 2.s.46
[31] Rollin McCraty et al. Electrophysiological evidence of intuition: Part 2. A system-wide process? Journal of Alternative and Complementary Medicine, 2004.10(2): p. 325-336.
[32] Doc Cildre, Howard Martin, Deborah Rozman, Rollin McCraty, Heart Intelligence. s.174
[33] Ayşegül Konar, Sezgi ve Sezgisel Düşünceye Din Psikolojik Bir Bakış. Hakkari İlahiyat Dergisi Aralık 2022.s.148,
[34] Ayşegül Konar, Sezgi ve Sezgisel Düşünceye Din Psikolojik Bir Bakış. Hakkari İlahiyat Dergisi Aralık 2022.s. 152
[35] Natalie Blagoeva, https://medium.com/unleashleadership/values-intuition-and-inspiration-are-at-the-core-of-great-decision-making-in-business
[36] İnsanlık Güneşi Vakfı. Arınmış Varlık İnsan. s.70
[37] İnsanlık Güneşi Vakfı. Arınmış Varlık İnsan. s.178
[38] Natalie Blagoeva. https://medium.com/unleashleadership/values-intuition-and-inspiration-are-at-the-core-of-great-decision-making-in-business
[39] Tülay Erol, Değer Duygusu ve Sorumluluk Anlayışı, https://www.insanlikgunesi.org.tr/deger-duyusu-ve-sorumluluk-anlayisi
[40] İGV. Anadolu Manifestosu. https://www.insanlikuniversitesi.org.tr/anadolumanifestosu/
Yararlanılan Kaynaklar:
- Gür, M. (2021). Beynin Beyni Sezgi. Bilimsel Sezgi Nedir, Ne Değildir? Nobel Yayınevi.
- Tarlacı, S. (2022, 5. Baskı) Bilinç: Beyin, Zihin ve Benliğin Keşfi. Destek Yayınları.
- Gür, M. (2022). Sezgi Nasıl Çalışır, Ölçülür, Eğitilir? Nobel Yayınevi.
- Köz İ, (2004). Sezgi’nin Bilgideki Yeri ve Önemi. Felsefe Dünyası, 2004/2, Sayı 40
- Biblika, MU (2024). Henri Bergson, Gerçekliğin Bütününe Ancak Sezgi Yoluyla Ulaşırız. Destek Yayınları.
- Pilard, N. (2018). C. G. Jung and intuition: from the mindscape of the paranormal to the heart of psychology, J Anal Psychol 2018 Feb;63(1):65-84.
- Jung C.G. (2008). Psychological Types. Published by MacMay
- Umut Kaya, C.G. Jung’un kişilik tipleri. https://psikogozluk.com/c-g-jungun-kisilik-tipleri/
- Maharani H. R. et al. (2017). Creative Thinking Process based on Wallas Model in Solving Mathematics Problem, International Journal on Emerging Mathematics Education (IJEME) 1, No. 2, September 2017.
- Gary Klein PhD,(2003). The Power of Intuition. Published by Doubleday.
- Sheldrake R, (2020). Biri Beni Gözetliyor. Kaknüs Yayınları.
- McCraty R, (2015). Science of The Heart. Exploring the Role of the Heart in Human Performance. Vol 2. Published by: HeartMath Institute (e-book).
- McCraty, R, Atkinson M, Bradley RT, (2004). Electrophysiological evidence of intuition: Part 2. A system-wide process? Journal of Alternative and Complementary Medicine, 2004.10(2): p. 325-336.
- Cildre D, Martin H, Rozman D, McCraty R, (2016). Heart Intelligence. Connecting with the Intuitive Guidance of the Heart. Publised by Waterfront Press.
- Konar A., (2022). Sezgi ve Sezgisel Düşünceye Din Psikolojik Bir Bakış. Hakkâri İlahiyat Dergisi, sayı 1, Aralık 2022.s.139-154.
- Blagoeva N. https://medium.com/unleashleadership/values-intuition-and-inspiration-are-at-the-core-of-great-decision-making-in-business
- İnsanlık Güneşi Vakfı. (2023). Arınmış Varlık İnsan. IGV Yayınevi
- Erol T. Değer Duygusu ve Sorumluluk Anlayışı . https://www.insanlikgunesi.org.tr/deger-duyusu-ve-sorumluluk-anlayisi/
- İGV. Anadolu Manifestosu. https://www.insanlikuniversitesi.org.tr/anadolumanifestosu/



