“Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız.
Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız.
MİLLİ KÜLTÜRÜMÜZÜ MUASIR MEDENİYET SEVİYESİNİN ÜSTÜNE çıkaracağız.” (1) Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk bu sözleri ile Türk milletine çağdaş uygarlık düzeyine erişmeyi, hatta bu düzeyi aşmayı bir amaç olarak göstermiş, uygarlığa en büyük katkıyı yapmak üzere Türk milletine dinamik bir ideal sunmuştur.

“Atatürk, uygarlığı, bir milletin devlet yaşamında, fikir yaşamında ve ekonomik yaşamında gösterdiği ilerlemelerin bileşkesi olarak tanımlıyor ve bu anlamda bir uygarlık anlayışının “kültür” ile eşdeğer olduğunu söylüyordu.” (2) Uygarlık, evrensel kültürün temel kaynağıdır ve insanlığın çağdaşlık ölçüsünü temsil eder.

Çağdaş uygarlık, sosyo-kültürel açıdan çağın medeniyet algısına uygun yaşamak, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri insani değerlere uygun bir şekilde uyarlayarak ilerlemek demektir. Bilim, teknik, sanayi, sanat, sosyal ve kültürel değerlerini çağa uygun yaşayan, aynı zaman diliminde aynı değer ve olguları paylaşabilen bir toplum, çağdaş uygarlık düzeyinde nitelendirilebilir.

Atatürk “milli kültürümüzü çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkartacağız” (3) sözü ile Türk milletinin vizyonunu daha da genişletiyor. Bağımsız Türk milleti olarak, öncelikle ülkemizin ve içinde bulunduğumuz coğrafyanın ve doğal olarak dünyanın huzur, birlik ve beraberliğine en büyük katkıyı yapmamızı hedef olarak gösteriyor. Ancak çağdaş uygarlık düzeyinin üstündeki anlayışa çıkmış bir toplum dünya barışına katkı sağlayabilir ve nihayetinde insanlığın gelişimine hizmet edebilir. Bu da, bir toplumun, bir yandan özgün kültürünü yaşarken diğer yandan kültürlerarası etkileşime açık olması ve evrensel değerleri yaşanılır kılmasıyla mümkündür.


Bugünkü çağdaş uygarlık düzeyinde, sosya-kültürel dinamikler, bilim ve teknolojideki gelişmeler bizlere neler söylüyor? Biraz da buna bakalım …

Araştırmalar, bilim ve teknolojideki güncel gelişmeler, uygarlığımızın endüstriyel çağın ötesine, yeni bir bilişsel devrime doğru hızla taşındığını göstermekte. Bu devrimin, sistemleri ve düşünceleri yeniden şekillendirerek dönüştüreceği ve insanlığı yepyeni bir bilinç çağına taşıyacağı düşünülmektedir. Bu gelişmeler, insan varlığına etki eden dönüşümleri de içereceği için, insanlık olarak geleceğe sahip çıkma ve hatta ona yön verme sorumluluğunu da beraberinde getirmektedir.

Bu yeni çağın insan varlığını nasıl şekillendirdiğini anlamak ve bu gelişmelere yön vermek önemli şüphesiz. Ancak dahası da var. Bilim ve politikanın insani değerlerden ilham aldığı bir çağdaş uygarlık ve ötesi bir toplumun nasıl olabileceğini şimdiden düşünmek, hep birlikte değerlendirmek ve hatta tasarlamak da Atamızın bize bıraktığı manevi bir miras ve Anadolu uygarlığının ve kadim bilgeliğinin bu topraklar üstünde yaşayan tüm fertlerin üstlenmesi gereken tarihsel bir ödev olduğunu düşünüyoruz.

Nasıl bir toplum? Ticari ve otomatize olan bir sistemin parçası olmanın ötesine geçmiş, özgür ve bağımsız ve aynı anda evrensel bir yaşam anlayışını merkezine koyabilmiş bir toplum. Nitekim, içinde bulunduğumuz çok boyutlu ve dinamik süreçler; toplulukların, canlı, değişken, yaşananlardan sürekli öğrenen ve öğrendiğini sisteme ve sürece değer katan bütünsel bir etkileşim içinde olmalarını zorluyor ve öğretiyor.

Bilimsel gelişmeler ışığında, insan bedeninin onbinlerce farklı türde organizma ile birlikte varlığını uyumlu bir etkileşim halinde sürdürdüğünü artık biliyoruz. Mikro sistemdeki bu bütünsel anlayış, bize aynı uyumu makro sistemlere de yansıtmamız gerektiğini hatırlatıyor. Doğa ve doğadaki biyo-çeşitliliği sistemin merkezine koyan kapsayıcı bir anlayışı geliştirip, doğaya ve insana uygun sistemler tasarlamalıyız. İnsanlığın içinde bulunduğu koşullar ve doğal süreçler, isteğimizden bağımsız olarak, bizleri buna zorluyor ve gün geçtikçe daha da zorlayacak.

Yapay güdülerden özgürleşmiş, sosyo-kültürel dinamikleri kendi içinde barıştıran bir EVRENSEL KÜLTÜR ANLAYIŞI” oluşturarak kültürlerarası uyumu ve dengeyi sağlayabiliriz. Bu uyum ve denge sayesinde, içinde bulunduğumuz topluma ve nihayetinde insanlığın topyekün gelişimine hizmet edebiliriz. Bir dünya ailesi olarak ‘bütün’ olmak için mikro olduğu kadar makro sistemleri de bütünleyen bir bakış açısını ve yaşam biçimini şimdiden geliştirmemiz gerekiyor. Bu yaklaşım, içinde bulunduğumuz dünyada bir lüks olmaktan çıkmıştır. Bilakis içinde yaşadığımız topluma ve bütüne dair bir insani sorumluluk ve zorunluk haline çoktan dönüşmüştür.

Şimdi, yalın yaşama, ne istediğini bilme ve bütünsel sorumluluk duygusunun biçimlendirdiği bir gerçeklik anlayışı ile donanma zamanı. Dünya kaynaklarının ihtiyaçlara göre adaletle paylaşıldığı, tüm canlıların haklarının gözetildiği bir bütünlük anlayışına her zamankinden çok daha fazla ihtiyacımız var.

İnsanlık bu anlayışla kendinde var olan ancak bir süredir unuttuğu duyuları ve duyarlılığı yeniden hatırlayarak, içinde bulunduğu yaşam döngüsüne yeni değerler katabilir. İnsanlık ailesi olarak bir ve bütün olduğumuzun farkındalığı ile, toplumları ve uygarlığımızı barışa ve huzura doğru taşıma yolunda birlikte çalışmalıyız.

Ayşe Füsun HACIÖMEROĞLU, Kasım 2017

(1) 10. Yıl Nutku, Ankara, 29.10.1933
(2) Afet İNAN, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Yayını, 1959, s.267
(3) Utkan KOCATÜRK, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, 2005, s.247

 

ATATÜRK’ün KÜLTÜR, DÜNYA VE İNSANLIK İLE İLGİLİ SÖZLERİ:
Atatürk, dünya milletlerini bir bütün olarak görürdü. 17 Mart 1937’de Ankara Palas’ta Romanya Dışişleri Bakanı Antonescu ile görüşürken bunu şöyle belirtmiştir: “Şimdiye kadar noktalar ayrı ayrı milletlere aittir. Fakat bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşgullerdir. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün dünya milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar değer veriyorsa bütün dünya milletlerinin saadeti için de elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akıllı adamlar takdir ederler ki, bu alanda çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında barış olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan yoksundur. Onun için ben sevdiklerime şunu öneririm. Milletleri yöneten kişiler, doğal olarak öncelikle kendi milletinin varlığını ve mutluluğunu sağlamaya çalışırlar. Fakat aynı zamanda bütün milletler için aynı şeyi istemek lazımdır. Bütün dünya olayları bunun örnekleriyle doludur: En uzakta zannettiğimiz bir olayın bizi bir gün etkilemeyeceğini bilemeyiz. BÜTÜN İNSANLAR, BİR SOSYAL VÜCUDUN ORGANLARIDIR VE BU NEDENLE BİRBİRİNE BAĞLIDIR. Mümkün müdür ki, vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer organlar etkilenmesin. İnsanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun organı saymak gerekir. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir. İşte bu düşünüş insanları, milletleri ve hükümetleri bencillikten kurtarır. Bencillik kişisel olsun, milli olsun daima kötü olarak kabul edilmelidir. O halde konuştuklarımızdan şu neticeyi çıkaracağım: Doğal olarak KENDİMİZ İÇİN LAZIM OLAN BÜTÜN ŞEYLERİ düşüneceğiz ve gerekeni yapacağız. Fakat bundan sonra BÜTÜN DÜNYA ile ilgileneceğiz.
(1937 – Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt 2, Türk İnkilap Tarihi Enstitüsü Yayını, 1952) (Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Atatürkçülük 3. Kitap.S.121, 124-125, 1984)

“Gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir. Dünya birliğe doğru yürümektedir, insanlar arasında sınıf, derece, ahlâk, elbise, din ölçü farkı gittikçe azalmaktadır. Tarih, yaşamak kavgasının, ırk, din, kültür terbiye yabancıları arasında olduğunu gösterir. Birliğe doğru yürüyüş barışa doğru da yürüyüş demektir.” (1930 – Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı Yayınları, Atatürkçülük 3. Kitap S. 116-1984)


“Asıl uğraşmak zorunda olduğumuz şey, yüksek kültür ve yüksek fazilette dünya birinciliğini tutmaktır.” (3.8.1932 – Milli Eğitim Gençlik ve Spor Bakanlığı yayınları. Atatürkçülük 3. Kitap s.144)


Atatürk için kültür ve medeniyet ayrılığı yoktur; kültür ve medeniyet birdir. O, bu konuda şunları söyler: “Medeniyetin ne olduğunu hep başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti Kültür’den ayırmak güçtür ve gereksizdir. Bu görüşümü açıklamak için kültür ne demektir, tanımlayalım. Kültür, insan toplumunun devlet hayatında, düşünce hayatında ve ekonomik hayatta yapabileceği şeylerin toplu sonucudur. Bir milletin medeniyeti dendiği zamanda, kültür adı altında saydığım, insan toplumunun devlet, düşünce ve ekonomik olarak üç nevi faaliyetinden başka bir şey düşünülemez”. (Afet İnan, Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, Türkiye İş Bankası Yayını, 1959, s. 267)