Makalenin seslendirmesini dinlemek için tıklayınız

Hayatının masalını kaybetmiş insanlar sarmaya başladı etrafı. Artık masallara inanmadıklarını söylüyorlar. Ya da insanlara umut veren, mucizelerin gerçekleşebileceğini söyleyen masallar anlatılmıyor artık. Acaba hiç mi masal anlatılmıyor? Küçük hanımefendilerin, küçük beyefendilerin yatağa koşarak, bir önceki akşam başlayıp, uykuya yenik düşen sonunu bir sonraki akşam dinleyecekleri, rüyalarında tekrar tekrar yaşayacakları türden masallar…

Ya da Sezen Aksu  ve Özdemir Erdoğan’ınki gibi “Küçük Bir Aşk Masalı”;

“…
Ne olur biraz unutup kalsak
Ne olur rüyaya dalsak
Ne olur gerçek olsa masallar
Ya da biz masal olsak” (1)

“Masalını Yitiren Dev” anı-romanında, zorluklarla geçen çocukluk ve gençlik yıllarını anlatan Adnan Binyazar, masallar hiç bitmesin diyenlerden;

“Çocukluk bir dev masalıdır. Masalı bozulmuş çocukluk neyse, masalını yitiren dev de odur. Birbirlerini yitirdiklerinde çocukluk devin, dev çocukluğun büyüsünü bozar. Büyüsü bozulan çocuk ise yaşamı boyunca masalını arayan bir dev gibi savrulup durur.” (2)

Çok eskiden, evren daha toz ve gaz bulutuyken, masallar ne güzeldi! Atına atladı mı, bir koşu gidip, Kaf Dağı’ndan ejderhanın kalan son canını getiren yakışıklı prensler, herkesi huzuruna kabul edip derdini dinleyen, kendi derdini içine atan krallar, üç bilmeceye tav olan güzel prensesler vardı, unvanların ve maddi zenginliğin gıpta edilecek ve erişilemez şeyler olmadığını gösteren. Ama yalnızca onları anlatmıyordu masallar. Hatta daha çok, korkunç görünümünün altında saf bir ruh taşıyan devler, güvercine dönüşebilen delikanlılar, gülen ayvalar, ağlayan narlar, kalan ömürlerini çocuklarına vermeyi hiç düşünmeden kabul eden anne babalar, korku ve kötülük saçan değil, iki kılı birbirine sürtünce ya da bir lambayı ovuşturunca gelip, insanlara yardım eden cinler başroldeydi. Kısacası, akıl dışı gibi duran kurgularla, yüzyılların bilgelik birikimini, yani insanı insana anlatıyor, belki de en önemlisi, “soyutu” öğretiyordu masallar; gerçeğin yalnızca gördüğün, dokunduğundan ibaret olmadığını, Bağdat’tan Isfahan’a parmağını şaklatıp gidebileceğini…

Belki de Orhan Veli o güzelim dizeleri yazarken, annesinden dinlediği masallardan ilham almıştır;

“Çocuk ruhum kaygılardan azade,
Yüzlerde nur, ekinlerde bereket…
At üstünde mor kâküllü şehzade,
Unutmağa başladığım memleket…

Şakağımda annemin sıcak dizi,
Kulağımda falcı kadının sözü,
Göl başında padişahın üç kızı,
Alaylarla Kaf dağına hareket…” (3)

Bir süre sonra Andersen denilen adam ve Grimm Kardeşler girdi hayatımıza. Yılların gururlu, asil, yol gösteren “Kurt”u birden bire hain oluverdi. Küçük çocukları doğadan, ormandan uzak tutmak için kullanılıyordu. Korkusuz Keloğlan’dan cesaret alırdık, korkutan masallar çıktı karşımıza. Hep iyilerin kazanmasına, sabredenin hakkını mutlaka bir gün almasına alışmıştık, “Kibritçi Kız” gibi neden anlatıldığı belli olmayan hüzünlü masallarla tanıştık. Ya üvey anneler? Hep mi cadı olurlar?

“Bin Bir Gece Masalları”nı onlu yaşlarda ilk okuduğumda, yedi denizi dolaşan denizciler, çölleri aşan cesur tüccarlar, iyi yürekli, barışçıl hükümdarlar, sokaktan geçen yoksul yabancılara sofrasını sorgusuz açan, cömert ve dost canlısı bilgeler ilgimi çekmişti yalnızca. Bir de Şehrazad’ın, ölümden kurtulabilmek için Şehriyar’ı gecelerce oyalamakta kullandığı iç içe geçen öykü formu. Hatta ben de bundan esinlenerek, bir öyküdeki, örneğin otobüste yanda oturan ikincil bir karakterin, bir sonraki öyküde ana karakter olarak anlatılması ve ilk öyküdeki rolüne de göndermeler yapılmasına dayanan bir zincirleme öyküler romanı kurgulamıştım kafamda. Son öyküde başa dönüş yapılacak ve ilk öykünün kahramanına ulaşılacaktı. Büyük bir edebi buluş yaptığım duygusu, yıllar sonra Sevgi Soysal’ın “Yenişehir’de Bir Öğle Vakti” kitabını okuyunca hayranlıkla karışık hayal kırıklığına dönüşmüştü.

O yaşımda, öykülerdeki sembolizmi ve saklı anlatımı çözebilecek, örneğin Alaattin’in, istediği her şeyi elde etme gücü veren sihirli lambayı almak üzere yeraltına yaptığı seyahatin önemini ya da Şehriyar’ı, evlendiği gece önce birer masal anlattırdığı masum kızları ertesi sabah idam ettirecek kadar nefrete boğan şeyi anlayabilecek durumda değildim (hoş, bu nefreti şimdi de anlayamıyorum). Kocasına neredeyse üç yıl boyunca, her gece bir masal anlatan kadının ona fark ettirmeden, iki arada bir derede üç çocuk doğurmayı da becermesinde bir gariplik hissetmemiştim. Eşine daha ilk günden âşık olan, ama kendisini esir alan, öfkeye boğan egosunu da kırıp atamayan Şehriyar’ın, artık anlatacak masalı kalmayan, ya da “ne olursa olsun, razıyım” diye düşünüp, kendini yazgısına koşulsuz teslim eden Şehrazad’a şu söylediklerinin derin anlamını kavrayabilecek kadar büyümemiştim;

“Ey bilge ve güzel konuşan Şehrazad! Beni eğittin ve benden başkalarının başına gelen olayları gözümde canlandırdın; geçmiş zamanlardaki şahların ve halkların söylediklerini ve başlarından geçen olağandışı ya da harika veya sadece düşünmeye değer şeyleri dikkatle izlettin. Ve gerçekte, şu bin bir gecede seni dinleyerek derinden derine değişmiş ve sevinç ve de yaşam mutluluğuyla dolu bir ruh kazandım.” (4)

Şehrazad, bugün bile kadına şiddetin bahanesi olarak kafalara işlenmeye çalışılan “kadının sadakatsizliği” temasına karşı, ana, eş, kız kardeş ve de kız çocuk olarak kadının varlığını yücelten, belki de dünyada ilk (Aristophanes’in Lysistrata’sı ilk sayılırsa, ikinci) ve en önemli feminist görüşü oluşturabilecek bir karşı-tez sunuyor. Şehriyar’ın ruhsal gelişim yolculuğu ve Şehrazad’ın bu yolculuktaki, masallar yoluyla rehberliği gerçekten ilgi çekici. Çünkü Şehriyar şu hasta ruh ile yola çıkmıştı;

“Dostum, kadınlara inanma! Vaatlerine gül geç! Güya aşktan söz ederler; oysa hainlik onları sarıp giysilerinin titreşiminde şekillenir. Kendine de güvenme! Bir işe yaramaz! Çünkü yarın bağlandığın kişide saf aşkın yerini çılgın bir tutku alacaktır. Çünkü gerçekte kadınların ayartısından yakasını sıyırmış bir erkek, olmayacak şeydir.” (4) 

Yıllar sonra aynı masalları, farklı duygularla bir kez daha okudum; aslında oldukça erotik öyküler. Yüzlerce yıldır akıllarda kalmalarının bir sebebi de bu olsa gerek. Yukarıdaki alıntıları bile hala yüzüm hafif pembeleşerek sansürlediğim düşünülürse, on yaşındaki çocuğun okumasına izin verilecek cinsten masal değiller yani…  Sinbad’ın (Sind Rüzgârı) ve Alaattin’in (Dinin Yücesi), Disney çizgi filmlerindeki cinselliği olmayan delikanlılar olduğunu sanıyorsan yanılıyorsun…

Ya sen? Dinlediğin masallar hangi diyarlara götürdü seni? Zaman zaman hala oralara gidebiliyor musun? Seni ilk tanıdığımda da güzel bir prensestin; iyi kalpli, yakışıklı prensler var mı hayatında?

Gökten üç elma düşmüş; biri senin…

Nedim Birol YÜRÜTEN
Ankara, Kasım 2016

Alıntılar:

  1. Aksu, Sezen, Erdoğan, Özdemir, “Küçük Bir Aşk Masalı”, Albüm: “İkinci Bahar”, 1992 (Söz: Sezen Aksu, Hıncal Uluç, Müzik: Ali Kocatepe)
  2. Binyazar, Adnan, “Masalını Yitiren Dev”, Can Yayınları, 2015
  3. Kanık, Orhan Veli, “Masal”, “Bütün Şiirleri”, Bilgi Yayınevi, 1981
  4. Mardrus, Joseph Charles, “Binbir Gece Masalları”, Yapı Kredi Yayınları, 2001, (Çeviren: Âlim Şerif Onaran)

 

SESLENDİRME:
Yazar: Nedim Birol YÜRÜTEN – 21 Ocak 2019
Seslendiren: Sedef KAYNARKAN

Fon Müziği: Benjamin Simao, Seikilos Epitaph & Improvisation on Tenor Gallic lyre – Relaxing Romantic Piano Music,
Sezen Aksu ve Özdemir Erdoğan “Küçük Bir Aşk Masalı”, İkinci Bahar, 1992

Orhan Veli KANIK ‘Masal’ şiiri; K
erim Afşar’ın sesinden.

7,2 dakikalık okuma 21 Ocak 2019 , ,

4 Yorum

  1. Nedim Bey gerçi bu yazınıza daha önce yorum yapmıştım ama inanın tekrar okuyunca, ilkeli okumuş gibi oldum. Yitirilen değerlerimizden bahsediyoruz ya hep, belki de en önemlisi artık kimsenin masallara inanmayısi… Artık kimse yakışıklı bir prens tarafından kurtarılmayı beklemiyor, çünkü feminizminde etkisiyle, benim kurtarılmayı ihtiyacım yok, ben acizmiyim, benim erkekten neyim eksik, tek taşımı da kendim alırım diyor, kendilerine fikir danışman yaş almış, tecrübeler istenmiyor artık, çünkü hazreti Google var ona herşey sorulabiliyor, artı yaş almış insanlar, yüzlerine bakınca ölümü hatırlattıkları için evlerde, herşeyin yeni olduğu evlerde yakışmıyor diye düşünüluyor, çünkü o bir eski… Ama kimsenin düşünmediği bir şey var ki yarın o da eski olacak…. Dediğiniz gibi masal adı üstünde soyut…. Artık herşeyin somut olarak varsa kabul edildiği, Allahın varlığının bile elle tutulur, gözle görülür bir şey olursa ancak varlığına inanılacaginin söylendiği bir devirde yaşıyoruz, bilmiyoruz ki O bizim kalbimize sığıyor eğer istersek,evreni ve bütün galaksiyi kapsayacak kadar da büyük, En büyük, ama egolarimiz öyle gözümüze perde olmuş ki görmediğimiz bir şeye yok diyecek kadar buyukleniyoruz…. VE bunları anlatmaya çalıştığını da, bana masal anlatma cevabiyla karsilasabiliyoruz… Siz anlatın Nedim Bey, masal anlatın biz de dinleyelim, okuyalım…. Aslında hayatın gerçeği bu masallarda gizli, anlayana…. Muhabbetle efendim…

  2. Demek bazı masallar çok defa okunup çok defa yorumlanmak istiyor. Ben bu masaldan aldığım lezzeti uzatmak istedikçe masalınız adeta bu isteğime hizmet ediyor. İlk yorumumda yazmıştım demek ki masalların en güzelini gerçekleri en iyi bilen insanlar yazıyor diye. Masalınız için teşekkürler. Artık uyumak ve uyanmak için bu tarz masallara ihtiyaç var. Sevgiyle kalın ??

  3. Özlem 22 Ocak 2019 at 21:43

    Nedim Bey masalın hayatımızda ki evrimine dair sözünüzün üstüne söz edemedim. Biz yazı dostlarınız olarak kattıklarınıza elimizde bir teşekkür kaldı… Teşekkürler ✨

  4. Poseidon 24 Nisan 2020 at 19:48

    Bal Pekmez Tuz masalını okumuştum küçükken. 1. sınıf okuma yazmayı öğrendiğimiz için hediye etmişlerdi masal kitaplarını. Sonunda padişahın tuz veren kızının değerini anlaması… o kızının o içten sevgisi çok güzeldi. Ama sonra lise de sahiden masalların en azından Grimm Kardeşler imzası taşıyanların çok iç açıcı olmadığını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Özellikle kullandıkları sembollerin amaçlarını vs. öğrendikçe şoke olmuştu. Örneğin: Cam (Pamuk Prensesin tabutunun cam oluşu, Kül kedisinde ayakkabının hakeza cam oluşu…) Gerçekten iyi araştırılıp çocuklara öyle sunulmalı. Bir de masalların aslının hiç de bilindiği gibi olmadığını öğrendiğimde şaşırmıştım. Meşhur masalın orijinalinde kurt babaanesini kırmızı başlıklı kıza yediriyor. Aslında o tatlı zannettiğimiz yedi cüceler Pamuk Prensese tecavüz ediyor vs. Böyle korkunç amaçları ancak böyle yumuşatarak yedirebilirlermiş zaten. Maalesef birçok kimse de bilinçsizce her masalın iyi bittiğini sanıyor…

Yorum yazabilirsiniz

Yazar hakkında: Nedim Birol YÜRÜTEN

Nedim Birol YÜRÜTEN
Bilinç Benimle Başlar Çalışmasının Amacı
YOLA ÇIKMA ZAMANI