.. bilinç sonsuz potansiyeli zaman-mekan gerçekliğine dönüştüren iradedir ..



Bilgelik Güneşi Derneği (BGD) ve İnsanlık Güneşi Vakfı (İGV) genel arşivinden ve

Bilgelik Okulu faaliyetlerinden olan ‘Bilincin Geleceği – Geleceğin Bilinci’ ve
‘Sonsuzluğun Ölçütü; İNSAN’ Atölyelerinden yararlanılmıştır.

Bilinç, açıklanması ve mutabık kalınması zor bir kavram. Belki de bu nedenle, çok çeşitli açıklamalar, tanımlamalar yapılmış bilinç ile ilgili. Üstelik her bir açıklama ayrı bir makale konusu olabilecek derecede derin. Her bir tanımın, bütünün farklı fasetlerini yansıttığı düşüncesi ve farkındalığıyla, bu çok çeşitli tanımlamalara bütünsel bir açıdan yaklaşarak ele alırsak belki de ortak bir anlama varabiliriz.

“Bilinç” dediğimiz şey nedir ve nasıl yaklaşılmalı bilinç tanımına? Biraz araştırma yaptığınızda karşınıza onlarca kitap, saatlerce video konferans konuşması ve sayfalarca makale çıkıveriyor hemen. Hepsini çalıştıktan sonra hemen hiç kimsenin ortak bir bilinç tanımı üzerinde mutabık kalamadığını ve hatta birbiriyle çelişen tanımların bile var olduğunu fark ediyorsunuz. 1994 yılından bu yana her yıl gerçekleştirilen uluslararası bilinç konferansı var (1) (2). Filozoflar, bilim insanları, doktorlar, biyologlar, teologlar, ilahiyatçılar biraraya geliyor ve bilinç konusu üzerinde tartışıyorlar. Amaçları tek bir tanım bulmak değil elbette. Düşünce ufuklarını genişletmek.

Bilinç konusuna biraz temelden yaklaşalım. Bir kutsi hadiste yüce Yaradan “Ben bir gizli hazineydim. Bilinmeyi istedim” diyor. Gizli hazine konusu başlı başına ayrı bir konu elbette. İkinci bölüme odaklanacak olursak, Tanrının bilinmeyi istedim ifadesi “bilinme ve bilme” kavramına işaret ediyor. Peki nedir bilme? Kimi, neyi bilme?

Aristoteles’e göre bütün insanlar bilmek ister. Bu, varoluşun bir gereği olarak, insanın en temel gereksinimidir. Sokrates, “Kendini Bil” sözünü söylerken insan için bilginin önemine ve bilme uğraşının kendini bilmekle olan bağlantısına işaret eder. Ve 6’ncı yüzyılda yaşayan Yedi Bilge arasında yer alan Spartalı Khilon’un Delfi’deki Apollon Tapınağı’na “Kendini Bil.” yazısından beri insanlık tarihi boyunca Sokrates’den Buda’ya, Lao Tzu’dan Hz. Ali’ye, Krishnamurti’den Seneca’ya batıda, doğuda, kuzeyde, güneyde, hayatın, varoluşun üzerinde akıl yürüten, gönül veren nice bilge, nice filozoflar “bilme” ve özellikle “kendini bilme”nin önemine vurgu yapmış.

İnsanın kendisini bilme çabası, antik dönemde başlasa da sürekli devam etmiş ve günümüzde de devam etmektedir.  Derneğimizin ve vakfımızın kurucusu Mualla Sevim Güven hanımefendi de “Bilge kendini bilen kişidir.” diyerek bilgeliğe dikkat çekmiş, kendini bilme konusunu ve kendini bilmeyi bilgelik olarak nitelendirmiş.

Hacı Bayram Veli, “Bayram özünü bildi, Bileni anda buldu, Bulan ol kendin oldu, Sen seni bil sen seni.” dizeleriyle, ancak özüne kavuşunca kendini bildiğini, o vuslatla beraber bilenin de ancak özü olduğunu idrak ettiğini, bu idrakle özünü bulan kendisiyle özünün tek ve bir olduğunu ifade etmiş.

Anadolunun ışığı, sadelik ve arınmışlık timsali Yunus Emre ise, “İlim ilim bilmektir, İlim kendin bilmektir, Sen kendini bilmezsen, Ya nice okumaktır.” diyerek gerçek ilmin kendini bilmek ile ilgili olacağını, seni kendine yaklaştırmayan, sana seni anlatmayan ilmin faydası olamayacağını en sade ve çarpıcı şekilde söylemiş.

Mevlana pek çok dizesiyle aynı konuya işaret etmiş; kendini tanıma boyutunu misafir ev sahibi farkındalığına bağlamış. Kendini tanıyınca bu bedende, bu gönülde, içinde kim misafir? Sen mi o mu?

Öyleyse, ortada bir bilmek fiili varsa, biliş durumunda, bir “bilen” var, bir de “bilinen”. O zaman belki de bilinç; bilenle bilineni bir eden, bilişe imkan veren, bu bilişin cereyan ettiği alan olabilir mi?

Bilincin kaynaklardaki tanımlarında pek çok kavramın işin içine girdiğini, hatta bazı kavramlarla bilincin, eş anlamlı sunulduğunu görebiliyoruz. Tanımlar çok geçişken ve farklı bilgi alanlarında bilinç tanımı o alanın bakış açısıyla yapılıyor. Yani o disiplinin, bilgi alanının gereğine göre yapılıyor. Prof.Dr. Sultan Tarlacı “Bilinç” isimli kitabında çoğu kez bilinç ile karıştırılan zihin kavramını “duyularımızdan gelen bilgileri ve hafızamızdaki imgeleri işleme ve anlamlandırma işlevleri” olarak tanımlıyor (3). Aklı ise bilgi edinme yetisi, bilip tanıma ve yargılama yetisi olarak ifade ediyor. Aynı kitapta bilincin tanımı şöyle yapılmış ”uyanıklık ve farkındalığı olan bir kişinin içerden ve dışardan uyaranların farkında olması ve onlara uygun tepkileri vermesi”. Devamında “Bilinçlilik, insanın varoluşunun temel gerçeğidir. Çünkü bilinçlilik olmaksızın varoluşumuzun bütün öteki insani özellikleri olanaksız olurdu” deniyor.

“Varlığın birliği” yani vahdet-i vücud anlayışıyla tasavvufu taçlandıran İbn Arabi, kendi üslubunca merkeze zekayı oturtuyor. Mehmet Genç’e göre İbn Arabi, insanın zekasının içe odaklaması ile, yani sezgi veya keşf yöntemi ile “gerçeğin bilgisini bulabildiğini” söylüyor (4). A’yan-ı sabite olarak tanımladığı gerçeğe, hakikate, evrensele, tümele bağlandığında zekanın aklı yarattığını ve bu akıl ile “gerçeğin bilgisini bilme” ve anlamanın mümkün olduğunu ifade ediyor. Yani içeri odaklanarak; gönül ile, sezgi ile gerçeğin bulunması mümkün diyor. Ancak akıl yürütme ve sezginin, yani akıl ile gönlün birlikteliği ile gerçeğin bilgisinin idrak edilebileceğini anlatıyor. Sultan Tarlacı ise Bilinç kitabında akıl yürütme ve sezgiyi, bilincin bilgiye erişimdeki iki kutbu olarak tanımlar.

Geçişken tanımların, benzer kavramların uçuştuğu bir alandayız. Duyu, algı, his, düşünce, sezgi, duygu, biliş, kavrayış, uyanlıklık, akıl, anlayış, farkındalık, zeka, zihin ….. Bu uçuşmaların meydana geldiği alan olabilir mi bilinç? Çok güzel bir sanat eseri tabloya baktığımızda çizgiler ve renklerin ahengiyle bize anlatılana dalar gideriz. O renklerin boyaların arkasındaki tuval pek de dikkatimizi çekmez. Acaba hayat dediğimiz bu güzel tablonun tuvali bilinç olabilir mi?

Türk Dil Kurumu sözlüğünde bilinç “İnsanın kendisini ve çevresini tanıma yeteneği, şuur …. bir kişinin kendi varlığının ve var oluşunun, duyularının, düşüncelerinin, çevresinin farkında olması, farkında olduğunu bilmesi” olarak tanımlanıyor.

Kelime kökenine inildiğinde, “bil-inç” bil kökünden geliyor. Sevinç, gülünç, utanç örneklerinde olduğu gibi türkçede –inç eki eklendiği kökün kaynağı anlamını veriyor, yani bilinç “bil”in kaynağı, bilmenin kaynağı.

Latinceye dayalı batı dillerinden İngilizcede “Consciousness” olarak geçiyor bilinç. Kök, yani “scio” bilmek anlamında. Con- ön eki “birlikte” veya “içsel” anlamını katıyor köke. Bu durumda “Conscious” birlikte bilen veya içsel bilen anlamına kavuşuyor. Conscious’un tam türkçe karşılığı “vicdan”. Consciousness da “birlikte-içsel biliş hali” anlamı kazanıyor (5).

Arapça’da “şuur” olarak ifade ediliyor ama biraz araştırdığınızda “idrak-el vücud” kavramı ile karşılaşıyorsunuz (6) (7). Yani “varlığın farkında olan, varlığı idrak eden”.

Bilim ve psikolojinin yaklaşımı bilinç konusuna derinlik kazandırıyor. Sir Roger Penrose 2020 yılında yerçekimi dalgaları ile ilgili çalışmalarını onurlandıran Nobel Fizik ödülünü aldı. Kendisi bilinç konusuna makale ve konferanslarında sıklıkla yer veriyor. Penrose “Özgür irade ile hayal etme, düşünme, iş görme yetisi” olarak tanımlıyor bilinci (8).

Psikoloji bilinç için farklı tanımlar sunuyor (9);

  • Algı ve bilgilerin zihinde duru ve aydınlık olarak izlenme süreci.
  • Kişinin dış ve iç dünyasının farkında olması, kişinin eylem ve izlenimleri hakkında bilgi sahibi olması.

Bilinç yerine “uyanık bilinç” veya “bilinçli farkındalık” da deniyor. Bilinçli farkındalık benlik gelişimi için önemli.

Etyen Mahçupyan, “İnsanı Anlamak” adlı kitabında beyinden zihine, zihinden düşünce ve duyguya, imgesel haritalamaya ve oradan da bilince kadar uzanıyor (10). Mahçupyan “öznellik” ve “benliğin” ortaya çıkması ancak “bilinçli farkındalık” ile mümkün diyor. Öznelliği “zihindeki imgelere ilişkin olarak bilinçte bir perspektifin oluşması” olarak ifade ediyor ve bilincin temel işlevini de muhakeme olarak tanımlıyor.

Psikolojide bahsedilen uyanık bilinç hali, uyanık olduğumuz anlarda meydana gelen algı, duygu ve düşünceleri kapsıyor. Ayrıca uyanık bilinç, duyum ve algıyı, karar vermeyi, öğrenmeyi, belleği, düşünmeyi, yaratıcılığı ve zekâyı da içeriyor.  Psikolojiye göre bilinç doğrudan gözlemlenemiyor. Davranış gözlemlenerek bilinç ile ilgili değerlendirme yapılabiliyor. Buradan hareketle Freud çıkıyor ve id (alt benlik), ego (benlik) ve süperegoyu (üst benlik) tanımlıyor. Freud zihinsel çalışmayı daha iyi anlayabilmek amacıyla zihni, bilinç ve bilinçdışı olarak iki bölmede incelemeye çalışmış ancak bu bölmeleme yetersiz kalınca yapısal bir bölmeleme biçimini ileri sürmüştür. Bilinç ve bilinçdışı için önce bölmesel (topoğrafik) deyimini kullanmış, ancak sonradan zihinsel nitelikler tanımını uygun görmüştür. Zihnin yapısal incelenmesinde ise ego, id, superego kavramlarını geliştirmiştir. Burada dikkat edilmesi gereken nokta ego, superego, id zihnin yapılarını, bilinç ve bilinçdışı tanımları da bu bölmelerin nasıl işlemleme yaptığını tanımlamaktadır. Ego daha çok bilinçli bir işlemleme yaparken, id ve süperego daha çok bilinçdışı bir işlemleme yapmaktadır. Yine dikkat edilmesi gereken noktalardan birisi de ego, id, süperego kavramlarının beynin herhangi bir bölgesine karşılık olmadığı ve tamamen soyut olduklarıdır. Daha çok kastedilen şey bir tür işlevler dizgesidir. Yine bu işlevler tamamen kesin sınırlarla birbirlerinden ayrı değil, tersine geçişlidir (11).

Carl Gustav Jung geliştirdiği analitik psikoloji kuramını Freud’un psikanaliz kuramının temelleri üzerine kurmuştur. Bilincin varlığını kabul eden Jung, insan ruhunu bilinç, kişisel bilinçdışı, kolektif bilinçdışı olmak üzere üç bölümden oluşan bir yapı olarak tanımlamıştır (12). Prof. Dr. Sinan Canan sohbetlerinde bilinç ile bilinçaltı ilişkisini açıklarken ilginç bir metafor kullanıyor: “Bilinçaltını karanlık bir ormana benzetirsek, bilinç elimizdeki bir fener gibi doğrulttuğumuz kısmı aydınlatır”. Belki de bilinç bilinmeyen ile bilinenin arasındaki sınırın kendisi. Yani bilinç, bilinmezi bilinir kılan, görünür kılan.

Nörobilime göre ise bilinç nöronların bağlarıyla ortaya çıkıyor ve hissedilir hale geliyor. Ancak, kast edilen fiziken nöron bağlarının bilinç olduğu değil. Nöronların bağlantısal bütünlüğü bilincin ortaya çıkması ile ilgili deniyor. Yani Bilinç için bütünleşik bilgi, bilme ve deneyimleme alanı denebilir (13). Beynin bilinç mekanizmasının tam olarak neresinde olduğunu anlatmak amacıyla David Eagleman etkili bir metafor kullanıyor. Beynimizi, içinde devreler ve kablolar olan bir radyoya benzetelim. Tıpkı beynimizdeki nöronlar ve onları bağlayan sinapslar gibi. Radyonun içindeki devrelerde kablolar belirli şekilde bağlandığında ortamda bulunan yayını alıyor ve hoparlöründen ses veriyor. Hayatında hiç radyo görmemiş ve teknolojiden uzak bir kabile üyesine radyoyu götürseniz, çıkan seslerin radyonun içinden geldiğini ve kerametin radyoda olduğunu düşünebilir. Oysa, seslerin asıl kaynağı ortamda, havada her an hazır bulunan yayın dalgalarındadır. İşte radyonun yayın dalgalarını aldığı gibi beynimiz de “bilinç alanına” erişim için bir araçtır.

Nörobiyoloji konuyu bilim tanımıyla farkı açısından ele alıyor. Bilim için saf nesnellik yani objektif, Bilinç için saf öznellik yani subjektif diyor mesela. Bilim nesnel gözlem ile ilgilenirken, yani objektif olarak ölçerek biçerek nesneye yaklaşırken, ilgilenirken ve tam anlamıyla objektifken, bilinç öznel ve içsel deneyimleme ile ilgili ve subjektif. Bilinç öznenin içindeki farkındalığı hissetmesiyle ilgilidir (14).

Sibernetik ve yapay zeka bilinç konusunda ufkumuzu genişleten gelişmelere sahne oluyor. Makinalarda karar verme ve değerlendirme süreçleri işleyebiliyor. Hatta, yeterince bilgiye erişen yapay zekalar çok yaratıcı edebi metinler veya tasarımlar yapabiliyorlar (15) (16). Dışardan nesnel gözlem yapan bilimin, yapay zekada içerde “öznel deneyim” var mı yok mu, hissediyor mu sorularına cevap vermesi şimdilik mümkün görünmüyor.

Yirminci yüzyılın başındaki bilimsel gelişmelerle beraber kuantum fiziği ve kuantum mekaniği alanları sarsıcı tespitler yaptı. Atom altı çok küçük parçacıklar bir dış gözlemci tarafından izlendiğinde farklı davranıyorlardı. Yani gözleyen, gözleneni etkiliyordu. Örneğin, bir elektronu kaynağından fırlattığımızda bir gözlemci onu izlediğinde parçacık gibi davranıyor, kimse gözlemlemezse dalga gibi davranıyor. Gördüğümüzün ötesindeki evrende fizik ile metafiziğin o kadar da ayrı şeyler olmadığına işaret eden kuantum fiziği bilince de farklı yaklaşıyor. Fizikçiler atom altı parçacıkları gözlemleyerek ve bu parçacıkların gözlemlenmeye verdiği tepkiyi ortaya koyarak diyorlar ki; “evrensel varoluş ve sistem sonsuz olasılıkların bütününden” oluşur. Bilinç bu sisteme bir soru sorar ve süreci tetikler. Burada “soru sormak” bakarak, işiterek veya ölçerek gözlemlemek ve izlemek anlamında kullanılıyor. Bilinç soru sorar ve sistem şekil alarak, ortaya çıkarak, görünür hale gelerek cevap verir. Yani Bilinç, kök nedendir. Bu şekilde bilinç, yaşam içinde etki yaratır. Aslında böylece neden-sonuç bağlamında nedensellik ilkesine de anlam katar. Bilinç bu bakış açısıyla nesne de değildir, özne de. Bilinç fiildir, ortaya çıkışın fiili. Bu bakış ve kavrayış ile kuantum fiziği ilham verir: “Yaşam, doğa, evren; bilincin tetiklemesi ve şekil vermesiyle, sonsuz olasılıkların gerçekliğe dönüşmesidir” (17). Prof. Dr. Haluk Berkmen Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf isimli kitabında bu noktaya işaret ediyor: “Gerçekliğin ne olduğuna insan bilinci karar verir. Bu noktada insanın bilinç düzeyini belirleyen, o kişinin bilgisi ve bilgeliği, ilmi ve irfanıdır” (18).

Görüldüğü gibi, bilinç için doğrudan çok net bir tanım üzerinde mutabık kalmak gerçekten güç. Ancak, bilinç işleme mekanizması konusunda bir paradigma, bir genel çerçeve ve tanımı kabul etmek, dil ve anlam birliği açısından önemli olduğundan yapılan tüm bu tanımlamaları bütünleştirirsek belki de şöyle bir anlayışa ulaşabiliriz.  

İnsanın “gerçeğe ulaşma” ve gerçekliğini oluşturma serüveninde “Bilinç”, özünü yani kendini arama, bulma, bilme, tanıma, anlama ve gerçekleştirme iradesinde ortaya çıkar. Gerçeğe giden yolculukta kazandığımız, edindiğimiz sıfatlar, isimler; tüm varlık hallerimiz ve deneyimlerimiz bilincin hizmetindedir.

Yaşam ve varoluş gibi insan da sonsuzdur. Bu sonsuzluk anlayışı ‘sonsuz potansiyellere, sonsuz gerçeklik potansiyellerine’ alan açar. Bilinç bu potansiyeli zaman-mekan gerçekliğine dönüştüren iradedir.

Murat ULU

Kaynakça:

Bilgelik Güneşi Derneği (BGD) ve İnsanlık Güneşi Vakfı (İGV) genel arşivinden ve Bilgelik Okulu faaliyetlerinden olan ‘Bilincin Geleceği – Geleceğin Bilinci’ ve ‘Sonsuzluğun Ölçütü; İNSAN’ Atölyelerinden yararlanılmıştır.

  1. https://en.wikipedia.org/wiki/The_Science_of_Consciousness
  2. https://consciousness.arizona.edu/about-conference
  3. Sultan Tarlacı, Prof.Dr., 2019, Bilinç – Beyin, Zihin ve Benliğin Keşfi, Destek Yayınları, 263s.
  4. https://www.youtube.com/watch?v=JxgtDn185js&t=989s
  5. https://en.wikipedia.org/wiki/Consciousness#Etymology
  6. Ahmadi Shahwali, Dr., 1997, “Abraham in Idol-House” – Mapping Identities in the Persian Poetry of Muhammad Iqbal, University of California in Los Angeles, Doktora Tezi, 242s.
  7. https://ibnarabisociety.org/oneness-of-being-wahdat-al-wujud-aladdin-bakri/
  8. Roger Penrose, 1997, Shadows of the Mind, Oxford University Press, 457s.
  9. Nurhan Er, 1998, Bilinç ve Bilinçaltı Kavramlarının Kronolojisi: 17.yy’dan Günümüze Kadar, Türk Psikoloji Yazıları (Turkish Pscyhological Review), Sayı 1(1), s.1-16.
  10. Etyen Mahçupyan, 2020, İnsanı Anlamak – zihinden zihniyete kendimizi tanımanın bilimsel zemini, Hayykitap, 1.baskı, 390s.
  11. https://www.psikonet.com/id-ego-superego_nedir-125.html
  12. Murat Ukray, 2016, Jung Psikolojisi, Yason Yayınları, 268s.
  13. Stuart Hameroff, https://www.closertotruth.com/series/toward-science-consciousness
  14. Christof Koch, 2018, What Is Consciousness?, Nature, Vol.557, s.9-12.
  15. https://www.youtube.com/watch?v=r2dQgdktUJg
  16. https://www.youtube.com/watch?v=Cq33iTwbkic
  17. https://www.closertotruth.com/episodes/why-consciousness-so-mysterious
  18. Haluk Berkmen, Prof.Dr., 2015, Kuantum Bilgeliği ve Tasavvuf, Aura Yayınları, 368s.