Kesme Şeker
Muavin boğuk sesiyle “yarım saat ihtiyaç molası” diye bağırınca irkilerek uyandı yarım yamalak uykusundan. Belli belirsiz ve renksiz rüyasında da otobüs yolculuğu yapıyordu. Gecenin derin karanlığını cılız mum misali aydınlatan ışıklarıyla pek de köhne ve küçük bir mola istasyonuna benziyordu durdukları yer. Otobüsten inip esneyerek ağaç altında bir masaya ilişti. Adeta kükrer gibi gacırdayan ahşap sandalye ve üzerinde cila kalmamış, ham ahşapa dönmüş masa sanki bu tesis yokken de oradalarmış gibi duruyorlardı. “Kim bilir kimler geldi geçti de buradan, kimler oturdu bu masa ve sandalyeye” diye içinden geçirirken sipariş dahi vermeden masasına konan demli çaya bakakaldı. Hava yumuşacıktı. Kuru ve sert bozkır ikliminden, ipeksi ılık ve nemli Ege iklimine geçtikleri belliydi. Az bir yol kalmış olmalıydı. Ufuktaki seyrelmiş lacivert renk, şafağın çok da uzakta olmadığının işaretiydi.
Emin değildi. Bu ani kararıyla, üstelik de haber vermeden kapısına dikiliverecekti sabahın erken saatinde. Doğru mu yapıyordu? Zihninden onlarca soru geçiyordu. Çayına attığı şekeri usul usul karıştırırken, aklı da karışmaktaydı. Ondan mı emin değildi, yoksa kendinden mi ? İnsan nasıl kendinden emin olabilirdi? Bak, şu taş gibi sert kesme şekerler ne kadar da kendilerinden emindiler sıcak çayın içine girinceye kadar. Kaşık, tavşan kanı çayı fırdöndü gibi çevirmeye başlayınca nasıl da önce dağılmaya sonra da erimeye başladılar. Yolculuğun sonunda çaldığı kapı açılıp da onun şaşkın ve saf bakışlarıyla karşılaşınca kendisi de mı eriyiverecekti öyle?
Şekerlerin tamamı erimişti çoktan. Ancak kaşığı bırakamamıştı ve karıştırmaya devam ediyordu. “Emin olmak iman etmek ile aynı kökten geliyor olmalı,” diye düşündü. “El-emin” sıfatı geldi aklına birden. Kendisinden emin olunan, güvenilen, dürüstlüğünden şüphe edilmeyen anlamındaydı. Öyleyse emin olmak, kendisinden emin olunan da demek olmalıydı. Belki de insan kendisinden emin olunca, herkes tarafından da güvenilirdi ya da inanılırdı. Emin olmak; hem kendisinden emin olmak hem kendisinden emin olunmak olmalıydı.
Çayı karıştırmayı bıraktığını fark etti. Şimdi şekerin çayın içinde eriyip gittiği, görünmez olduğubardakta mevlevi derviş misali sakin bir dönüş hakimdi. Kendini bulan, bulduğuna iman eden, iman ettiğine teslim olan ve teslim olduğunu bilen kendinden emindi. Şu şekerin çayda erimesi gibi, kendini teslim edip eriyen, kendini eridiğinin içinde bulan ise kendinden emin olunandı.
Bardağın üstünde toplanarak nazlı nazlı yükselen buharlar, demli çayın rayihalı kokusunu burnuna kadar ulaştırıyordu. Gözlerini kapatıp çaydan ilk yudumunu alırken yıllar önce yaşadıkları deneyimi düşündü. Her ikisi için de zor günlerdi. Yaşadıkları güven sarsılmasıyla yolları ayrılmış, yılları vicdan azabıyla geçmiş, yine de ardından gidip gözlerine bakmaya gücü yetmemişti. Oysa şimdi kendinden emindi. Kendisinden de emin olunması için onun karşısına dikilecek ve saf, şaşkın gözlerine kilitlenecek, şekerin eriyişi gibi o gözlerde eriyecek ve gönülden gönüle köprü kurup içindeki kendini ona teslim edecekti.
Molanın bitişi anons edilirken ufuktaki lacivert dağılmış, güneşin kendinden emin yükselişiyle beraber gök kızıla çalmaya başlamıştı. Artık kavuşmaya hazırdı. Masmavi gökyüzünde ışık saçan güneş yeniden buluşmalarına şahit olacaktı.
İnsanlık Güneşi Vakfı – Birlikte Yazma Atölyesi
Murat Hüdavendigar ULU, Nisan 2021
2 Yorum
Yorum yazabilirsiniz
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.
Murat , gönlüne, kalemine sağlık, Harika bir buluşma hikayesi yazmışsın. sevgiler.
Diğer yazılarınızı da severek okuduğum için, bu anlamlı, çok katmanlı betimleme gücü içerisine akıllıca yerleştirilmiş yaşam felsefesine hayran kaldım ve yazmak istedim. Teşekkürler, sevgiler…